logo

reklam

YALVAÇLI CEMİLE HANIM – IV

Prof.Dr. Nuri KÖSTÜKLÜ

YAZI DİZİSİNİN İLK BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

YAZI DİZİSİNİN İKİNCİ BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

YAZI DİZİSİNİN ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

(Geçen sayıdan devam)

Komşular yedikleri kavun-karpuz kabuklarını çöpe atmaz, hayvanı olanlara getirirdi. Mahallede adeta küçük bir ekonomi çarkı dönerdi. Bazı evlerde halı dokunurdu. Yalvaç’ın meşhur halıcısı Halıcı Hayati, halı dokumak isteyen evlere kendi tezgâhını getirir kurar, malzemelerini de verirdi. Cemile Hanım’ın gelini Türkân da aile ekonomisine katkı için bir taraftan halı dokur iken bir taraftan da eşi Terzi Murat’ın akşam eve getirdiği el işlerine yardımcı olurdu. Çocuklarla da genellikle babaanneleri ilgilenirdi. Cemile’nin evindeki halı tezgâhında, Türkân’ın yeğenleri Şükran ve Suzan (Yakupoğlu) ile mahallenin diğer kızlarından çalışmaya gelenler olurdu. Böylelikle henüz evlenme çağına gelen genç kızlar bir taraftan çeyiz masraflarını karşılarken bir taraftan da aile ekonomisine küçük de olsa katkı sağlarlar idi. Cemile Hanım, hanesinde halı dokuyan bu kızlara misafir olarak bakar onlara her türlü ikramı yapardı. Gelininin akrabalarını çok severdi.

Kız çocuklarının yanı sıra erkek çocuklar da kendi çapında aile ekonomisine katkı gayreti içinde olurlardı. Özellikle okul tatillerinde, Kaş Aşağı mahallesinde bulunan Fil Kiremit, Birlik Kiremit ve Taş Kiremit fabrikaları Yalvaçlının deyimiyle “langarlar”, Yalvaçlılar ve özellikle çocuklar ve gençler için çok önemli bir kazanç kapısı idi. Abacılar Mahallesindeki Güven Kiremit ve Altın Kiremit fabrikaları ile 70’li yıllarda Yalvaç’ta beş tane “langar” vardı. Cemile’nin torunu Nuri de Yalvaç Ortaokuluna giderken yaz tatillerinde langarlarda çok çalıştı. Bu çalışmalar, şüphesiz çocuklara kazanmanın zorluğunu ve değerini gösterirken bir bakıma onlara tasarruf alışkanlığını da öğretiyordu. O dönemlerde Yalvaç ekonomisi için küçümsenmeyecek boyutta olan bu üretim merkezlerinden maalesef şimdi eser kalmadı. Türkiye’nin pek çok yerinde olduğu gibi, Milli Mücadele sonrası Cumhuriyet Türkiyesi’nin o kıt imkânlar ve fedakârlıklarla kurmaya çalıştığı sanayi kuruluşları ve fabrikaların -belki de yeni teknolojilere ayak uyduramaması ve rantabl olmaması gerekçesine dayalı olarak- kapatılıp arsaya dönüştürülme hastalığı Yalvaç’a da sirayet etmiş bulunuyordu.  Ortadan kaldırılan yalnızca fabrika binaları değildi, binalarla birlikte geçmiş ve hatıralar da yani “tarih” de zihinlerden silinip atılıyordu.  Yalvaç’ın ekonomisinde önemli yer tutan bu fabrikalardan yalnızca Fil ve Birlik Kiremit’in bacaları, o günleri hatırlatmak için şimdilerde ayakta durmaya gayret ediyor. Yalvaç’ın ekonomik tarihinde ve Yalvaçlıların hafızasında önemli yeri olan bu işletmeleri, en azından yeni nesle hatırlatmak için, ayakta durmakta ısrar eden bu bacaların, ilgililerce korumaya alınmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Yalvaç’ın diğer mahallelerinde olduğu gibi, Kaşmahalle’nin sokaklarının bazıları “kademe” denen taş döşenmiş yol, ama çoğu sokaklar ise toprak yol idi. Böyle olmasına rağmen, mahalleli sokak kapısının önünü temiz tutardı. Cemile, çalı süpürgesi ile hemen her sabah erkenden evinin dış kapısının önünü yani yolu, tozmasın diye önce hafifçe su serperek, süpürürdü. Bunu gören çoğu komşu da kendi kapılarının önünü süpürürlerdi. Belki böylelikle farkına varmadan sokakların temizliği ile sorumlu Belediyenin yükünü de hafifletmiş oluyorlardı. Aynı davranışı, çarşıdaki Yalvaç esnafının çoğunda da görmek mümkün idi.

Kaşmahallenin yani Cemile Hanım’ın mahallesinin sakinleri arasında kedi ve köpekler de kendilerini çok şanslı hissediyorlardı. Kendini mahallenin bir üyesi olarak kabul ettiren bir-iki köpek vardı. Her evde olmasa da pek çok evde kedi bulunurdu. Cemile’nin evinde bulunan kedi belki mahallenin en şanslı kedisi idi; yediği önünde yemediği arkasındaydı. Beslenme zamanlarında diğer kediler de koşar gelirdi. Cemile hiç ayrım yapmadan hepsiyle ilgilenirdi. Kuşlar da özellikle güvercinler onu için çok kıymetli idi. Onlar için evin damına sık sık yem serperdi. Cemile’nin canlılara olan bu sevgisinin temelinde, çevre bilinciyle birlikte; “yaratılanı Yaratandan ötürü sevme” düşüncesi yatıyordu. Torunlarına anlattığı hikâyeler arasında sık sık, “peygamberimiz namaz kılarken önünden geçmekte olan yılanı kedi çekip almış”, “müşrikler peygamberimizi arar iken saklandığı mağaranın önüne güvercin yuva yaparak onu korumuş” olduğunu dile getirirdi. Bitkiler, özellikle çiçekler de onun için bir can idi. Evinin pencere kenarlarını çiçekler süslerdi. Zaman zaman onlarla konuşurdu, onlara güzel sözler söylediğinde, çiçeklerin bunun farkında olduğunu ifade ederdi. Kısacası Cemile Hanım’ın hanesinde bütün canlılara yönelik bir sevgi yoğunluğu vardı. Bazen, bu sevgiye limon sıkmak isteyenler de yok değildi. Mesela, damlarının bitişik olduğu komşusu, Cemile’ye: “gelinini saçını tararken gördüm” şeklinde kendince kınama ve şikâyette bulunduğunda, Cemile Hanım; “ne güzel yapmış, eşine güzel görünmek çok iyi” deyiverince, fitne ve fesadın önünü alıveriyordu. Yaşantısında, taassuptan uzak, sevgi ve hoşgörüyü merkeze koyan Cemile Hanım mahallelinin de “babaannesi” idi. Gelin-kaynana uyuşmazlıklarında ve diğer komşu problemlerinde adeta çözüm merkezi idi. Haddizatında Türk sosyal ve kültürel hayatında mahallelerde veya köylerdeki bazı yaşlılar veya tecrübe sahibi olanlar, içinde bulunduğu toplumun barış, huzur ve yardımlaşma içinde yaşamalarını amaç edinen birer misyona sahip idiler. Cemile Hanım da Kaşmahalle’de böyle bir vazifeyi üstlenenler arasında idi. Böyle bir ortamda mahallenin kimsesizi, fakiri kendini yalnız hissetmiyordu. Ne zaman ki, bu anlayış ve yaşayış felsefesi bozulmaya, yerini Batı felsefesinin temelinde yer alan “bireyselcilik”e bırakmaya başladı işte o zaman “huzur evleri”ne ihtiyaç duyulur oldu.

Hayata pozitif bakan, çoğu zaman bardağın dolu tarafını görerek şükretmeyi bilen ama Kuranda 75 yerde geçen “düşünmez misiniz” “akıl etmez misiniz” emrini de asla göz ardı etmeden çalışmayı, üretmeyi ve yeri geldiğinde eleştirmeyi hayat felsefesi edinen Cemile Hanım, yalnızca torunlarının değil neredeyse bütün mahallelinin örnek aldığı “babaannesi” idi.

Çok şükür her şey yolunda idi. Çıraklık dönemi çoktan biten Terzi Murat için de Yemeniciler arastasındaki Yörük Hacı Ali’nin 7-8 m2.lik küçük dükkânı kiralanmış, Murat Usta kendi işinin başına geçmişti. Babası Nuri Efendi de sevincini dışa belli etmeden oğlu Murat’ın dükkânına geliyor, ona “hayırlı işler” diliyordu. Fakat her faninin tadacağı gibi, Nuri Efendi de “innâ lillâhi ve innâ  ileyhi raciûn” emrine uyarak 1967 yılında henüz 63 yaşında iken (peygamberimizin yaşına hürmeten) Hakk’a yürüdü. Oğlu Murat’ın beşer mantığı ile “hüngür hüngür” ağlaması karşısında, çok sevdiği eşini kaybeden Cemile, metanetini koruyarak biricik oğluna ve aile efradına “emr-i Hakk’a karşı gelinmez” diyordu. (Devamı var)

Etiketler: »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.