logo

19 Aralık 2021

EKONOMİK FAKTÖRLER ve SİYASİ DAVRANIŞ-4

Dr.Öğr.Üyesi Bülent ÖZGÜL

Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Yalvaç Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi

(Geçen haftadan  devam)

 

Çinko’ya göre, Türkiye’de siyasi iktidarın belirlenmesinde, sayı bazında ele alındığında, yani diğer bir deyişle en çok ağırlığa sahip kesimler (tarımı kesimi ile ücretli kesimi) yoksulluk sınırının altında yaşamaktadırlar. Gelir düzeyi göreli olarak düşük olan seçmenlerin, sağ ve sol partilerden tek beklentileri kendilerine yönelik mali desteği arttırmalarıdır. Bu nedenle seçmenler, benzer ya da aynı (fırsatçı) politikaları tercih ederler. Nitekim seçim öncesi dönemlerde, dünya fiyatlarından kopuk tarımsal fiyat uygulaması ile verimlilik artışına dayanmayan ücret artışları, sıklıkla tercih edilen politikalardır (Çinko, 2006: 113-114).

Bu bölüm çerçevesinde ele alınan ekonomik performans ile seçmen davranışı arasındaki ilişki konusunda bir özetleme yapılacak olursa, seçmen davranışlarında diğer sosyal, kültürel, ideolojik ve psikolojik faktörlerin yanında ve onlarla beraber ekonomik faktörlerin de önem taşıdığı söylenebilir. Bu önem, koşullar ve diğer faktörlerin etkisiyle değişebilmekte olup, dönemsel olarak ekonomik faktörlerin güçlü etkileri de söz konusu olabilmektedir. Ama bir genelleme yapılacak olursa, genel ve olağan koşullar içinde ekonomik faktörlerin etkisinin çok yüksek olduğu söylenemez. Yani, ekonomik koşullar normal düzeyde seyrettiği durumlarda, seçmen ekonomik performansı çok göz önünde bulundurmamakta, diğer faktörler daha çok değerlendirilmektedir. Ekonomik faktörler, daha çok, ekonomide işlerin iyi gitmediği durumlarda, seçmen tarafından çok daha fazla göz önüne alınmaktadır. Yani, ekonomide işler iyi gittiğinde seçmen ekonominin iyi yönetimini çok fazla ödüllendirmemekte; ekonomide işler kötü gittiğinde ekonominin kötü yönetimini cezalandırmaktadır. Seçmen bunu yaparken, genel ekonomik performans ile kendi ekonomik durumunu göz önüne almaktadır. Bunların hangisinin daha fazla ağırlık taşıdığı hususu, dönemsel faktörlere göre değişmektedir. Seçmen, geçmişteki performansa ve gelecekteki performans ümidine dikkat etmektedir. Burada daha çok geçmişteki performansa değer verildiği görülmektedir.

Tüm bu faktörleri, seçmenin ideolojik yönü, sosyokültürel koşulları, parti bağlılığı, lider bağlılığı gibi diğer oy verme faktörleriyle birlikte değerlendirmek gerekir. Şu bir gerçektir ki, Türkiye gibi ekonomik olarak gelişmekte olan ülkelerde ekonominin siyaset üzerindeki etki potansiyeli her zaman yüksek seyretmektedir.

Bu faktörün liderlik ve liderlik beklentileri üzerindeki etkisi konusu değerlendirilecek olursa, genel ve olağan koşullarda, ekonomik faktörlerin liderlik beklentileri üzerinde belirgin bir etkisini görmek çok mümkün değildir. Genel makro ekonomik göstergeler ve mikro olarak seçmenlerin ekonomik durumlarının olağan kabul edildiği durumlarda ideolojik, sosyokültürel faktörler çok daha etkin ve belirleyicidir.

Liderliğin ve liderlik beklentilerinin ekonomik performanstan etkilenmesi koşulları, genellikle ağır ekonomik koşulların yaşandığı dönemlerde oluşabilmektedir. Büyük ekonomik bunalımlar, savaş sonrası dönemler, ağır yıkımların yaşandığı olayların (doğal afet, vs.) sonrası dönemler, büyük siyasi krizlerin yaşandığı dönemler, önemli toplumsal olayların yaşandığı dönemler gibi olağan dışı dönemlerde liderlik beklentilerine ekonomik faktörlerin etki ettiği görülebilmektedir. Bunun yanında, toplumda önemli etki yaratan ekonomik olaylar gerçekleştiğinde de liderlik beklentileri ekonomik faktörlerden etkilenebilir.

Yüksek işsizlik, yüksek enflasyon, milli gelirde önemli düşüşler, vb. durumlarda, toplumsal diğer faktörlerin de etkisiyle, otoriter ya da dönüşümcü liderlik beklentileri artabilir. Böyle dönemlerde demokratik liderlik beklentisinin yükselmesini beklemek pek mümkün değildir.  Toplumun otoriter eğilimlerinin yüksek olduğu durumlarda otoriter liderlik beklentileri artabilir. Toplumda yoksul kesimlerin genişliği ve ideolojik faktörlerin etkisiyle dönüşümcü (ideolojik tabirle devrimci) liderlik beklentilerinin artması beklenebilir. Karizmatik liderlik beklentilerinin ortaya çıkması daha karmaşık faktörlerin etkisiyle mümkün olabilecektir. Bu dönemlerdeki liderlik beklentilerinin etkileriyle güç kazanan liderler, toplumda genellikle iz bırakan ve uzun süre hüküm sürebilen bir iktidar süreci kazanabilmektedirler.

 

2. Gelir Düzeyi ve Siyasi Davranış

Ülke genelinde makro ekonomik performansın seçmen davranışına etkilerini inceledikten sonra, bu bölümde de seçmenlerin siyasi davranış ve tercihlerinin, özelinde de liderlik beklentisine gelir düzeylerinin ne ölçüde etki ettiği hususu üzerinde durulacaktır. Bu konudaki değerlendirmeyi yaparken, birçok çalışmada olduğu gibi gelir düzeyleri alt, orta ve üst düzey olarak ele alınacaktır. Bu değerlendirme bakış açısına göre değişmekle birlikte, genel kabul gören ölçüler çerçevesinde alt, orta ve üst gelir düzeyi ayrımı baz alınacaktır.

Siyasi katılım özelliği açısından bakıldığında alt, orta ya da üst düzeye dahil olmanın çok ayırt edici bir faktör olmadığı görülmektedir. Gelirin siyasi katılımda belirleyici bir etkisinin olmaması, değişken olarak sosyo-ekonomik statünün kullanılmasına yol açmıştır. Zira, gelirle çok yakından alakalı olan ve onu etkileyen birçok değişken mevcuttur. Bunlar arasında gelirin elde ediliş tarzı yani meslek ve eğitim oldukça önemlidir. Bazı araştırmacılar tarafından gelirin, yüksek sosyoekonomik statüye sahip olanlarda oy verme dışındaki siyasi katılma faaliyetlerine etkisinin yüksek olduğunu belirtmişlerdir (Kapani, 1994: 133).

Oysa orta tabaka, siyasi faaliyetlere daha fazla katılmaktadır. Gelir, doğrudan siyasi katılımı etkileyen bir faktör olmayıp dalgalı ve değişken sonuçlar verdiği kabul edilmektedir (Kahraman, 2002: 70-71). Bu noktada Kışlalı, gelir düzeyi ile siyasi katılma eğiliminin doğru orantılı ilerlediğini işaret etmektedir. Yani, gelirde sağlanacak belli miktardaki artışla siyasi katılıma olan ilginin de belli bir oranda artacağını ifade etmektedir. Bu tespite göre; gelir düzeyi yükseldikçe siyasal olaylara ilgi artar, en düşük gelir gruplarına inildikçe bu ilgi tamamen ortadan kalkar (Kışlalı, 1987: 359). Baykal’ın konuyla ilgili tespitleri de paralellik arz eder. Buna göre gelir artışı, siyasi katılımı artırmaktadır. Ancak artış hızı belli bir noktadan sonra yavaşlayarak ilerlemektedir. Baykal, bunun bir çeşit “azalan verim” ilkesine dayandığını belirtmiştir (Baykal, 1970: 38).

Abadan ve Yücekök, oy vermeye karşı en fazla katılımın üst ve alt gelir gruplarından geldiğini, orta gelir gruplarının oy verme davranışına daha az katılım gösterdiklerini tespit etmişlerdir. Üst gelir düzeyindeki seçmenin siyaset hakkındaki yüksek ilgi ve bilgi düzeyiyle olaylardan haberdar olma imkanlarının, onların günlük olaylarla kendi çıkarları arasındaki ilişkiyi kurmalarına yardımcı olduğu ve bu nedenle, bu düzeydeki seçmende oy vermeye karşı yüksek bir katılım sergilendiği görülmektedir. Ekonomik düzeyi düşük gelir grupları da, seçimleri mevcut durumlarını düzeltmenin ve daha iyi bir gelir düzeyine ulaşmanın bir aracı olarak gördüklerinden, yüksek düzeyde oy verme eğilimindedirler. Bunun yanında muhafazakar eğilimli ve istikrardan yana olan taşra orta sınıfı ise oy verme konusunda en az katılıma sahip grubu oluşturmaktadır (Abadan ve Yücekök, 1966: 107). Abadan’ın bir diğer araştırmasında, üst gelir düzeyindeki seçmenin demokratik sisteme daha fazla bağlı olduğu tespit edilmiştir. Üst gelir grubundaki seçmenler arasında üç ve daha fazla siyasi partinin varlığına taraftar olanların oranı daha fazladır. Tek parti sistemini savunan veya hiçbir partiyi istemeyenler ise orta sosyoekonomik düzeydeki seçmenlerde çoğunluktadır. Yazara göre, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de orta gelir düzeyindeki seçmenler güven ve istikrara kavuşmak uğruna siyasi özgürlüklerinden vazgeçebileceklerini göstermektedirler (Abadan, 1965: 510).

Ekonomik durumun, yani gelir düzeyinin birey açısından ifade ettiği anlam, çoğu zaman objektif olmaktan ziyade subjektiftir. Kışlalı, bireylerin siyasi davranışlarını belirleyen temel olgunun, gelir düzeyleri ya da gelir düzeyleri arasındaki adaletsizliklerin değil, onların beklentileri ile gelir düzeyleri arasındaki fark olduğuna işaret eder ve bu durumu şöyle örnekler: Dağdaki bir çoban, bir gocuk ve bir ekmekle yetinip durumuna şükredebileceği gibi onun yirmi katı gelir düzeyine sahip bir mühendis düzende köklü değişiklikler isteyebilir. Çünkü kendisinin daha çoğunu hak ettiğini ve bu köklü değişikliklerin onu getirebileceğini düşünebilir. Oysa söz konusu çoban, bu dünya nimetlerinden umudunu kesmiş, tüm beklentilerini öte dünyaya bağlamış olabilir (Kışlalı, 1987: 67).

Bu konuda ilginç bir sonuç, Kahraman’ın çalışmasında elde edilmiştir. Araştırmada aylık gelirleri sorulan seçmenlere kendilerini hangi gelir düzeyinde hissettikleri sorulmuştur. Aylık gelirleri farklı düzeyde olanların, kendilerini hangi gelir düzeyinde hissettikleri sorusunu yanıtlarken orta düzeyde yoğunlaştıkları görülmüştür. Burada, üst ve alt gelir grubunda olanlar arasındakilerin içinde de kendilerini orta düzeyde hissedenlerin oranlarının en yüksek olması araştırmanın ilginç sonucudur. Kahraman’a göre, çeşitli oranlardaki aylık gelire sahip olanların büyük bir çoğunluğu kendilerini orta tabakada görmeleri Türk Milleti’nin sosyo-psikolojik yapısının tamahkâr olmasından kaynaklanmaktadır. Görüşülenlerin inanç ve tutumları, çok zengin veya çok fakir olsalar dahi, onları orta tabaka cevabını vermeye sevk etmiştir (Kahraman, 2002:97-98).

Price ve Sanders’in araştırmasında da, ekonomik şartlardaki nesnel değişikliklerden çok ekonominin durumuyla ilgili öznel algılamaların daha önemli olduğunu ortaya koyulmuştur. Ekonomik şartların etkisi dolaylı olarak siyasi tercihleri etkileyebilmektedir. Yani, ekonominin nesnel şartlarından çok onunla ilgili algı çok daha önemlidir. Ekonominin, verilere göre iyiye gittiği durumlarda, halkın ekonomi algısı olumsuz ise iktidara verilen destek azalırken; ekonomi kötüye gitse bile algı olumlu ise bu destek artabilmektedir (Price ve Sanders, 1995: 470).

Sitembölükbaşı’na göre, ekonomik düzeyle ilgili subjektif algılamaların oluşmasında üç önemli etken olduğu ileri sürülebilir: Medya, iktidar ve muhalefet partilerinin propagandacıları ve seçmenlerin parti bağlarının derecesi (Sitembölükbaşı, 2001: 15). Medya, ekonomideki gelişmelerin siyasi imalarını yorumlamak suretiyle halka bilgi aktarılmasına yardımcı olur. Ayrıca hükümetin icraatlarının belli yönleri üzerinde durarak, seçmenlerin gündemine gelecek konuları ve o konuların algılanma biçimini belirler. İkinci hususta, iktidardaki yöneticiler, kendi politikalarını şekillendirip uygularlarken vatandaşların ekonomik çıkarlarını geliştirmek veya onlara zarar vermek suretiyle seçmenlerin onların icraatlarını algılamalarına olumlu veya olumsuz etkide bulunurlar. Muhalif politikacılar da halkın dikkatini iktidardaki yöneticilerin politikalarına ve onun olumsuz yönlerine çekmeye çalışırlar. Bireyin ekonomik şartlar hakkındaki sübjektif algılamalarını etkileyen bu faktörler, seçmenlerin ekonomi deneyimleri ve siyasi değerlendirmeleri arasında bağ kurmalarına, kendi çıkarları ve görüşler doğrultusunda etkide bulunurlar. Sitembölükbaşı’na göre, siyasi tercihlerin belirlenmesinde ekonomini etkisine tesir eden üçüncü faktör, parti bağlılığı veya partiyle özdeşleşme, bir başka deyimle partizanlıktır. Buna göre, partizan özellikli seçmenler, kendilerine gelen her türlü bilginin içinde ekonomiyle ilgili bilgileri de partizan yönleriyle ayıklayarak değerlendirmektedirler. İktidar partisinin partizanları, ekonomik performansın hep olumlu yönlerini ele alırken; muhalif partilerin partizanları da hep olumsuz yönler üzerinden algılamalarına şekil vermektedir (Sitembölükbaşı, 2001: 15).

Etiketler: » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.