logo

31 Ekim 2022

Kodaman: Hükümet, Ulusal Güvenlik Söylemi ile Toplumsal Tabanını Konsolide Etmeye Çalışıyor

Haber kanallarını her gün düzenli olarak takip etmeye çalışırım. Türkiye’de ve dünyada neler oluyor ve bu konularda kim ne söylüyor… Hemen hemen her haber kanalının düzenli konukları oluyor ve her konuyu bu uzmanlar tartışıyor. Sanat, siyaset, dış politika ve güvenlik konularda aynı konuklar birbirine yakın yorumlar yapıyor. Belli noktadan sonra kimin hangi konuda ne söyleyebileceğini tahmin etmek zor olmuyor. Bu bakımdan, TV programlarında boy göstermeyen ama uzmanlığı ile akademik ve entelektüel camiaya katkıda bulunan isimleri konuk etmeye gayret göstereceğim. Bu haftaki konuğum, Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Timuçin Kodaman. Prof. Dr. Timuçin Kodaman, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde Lisans, Gazi Üniversitesinde Uluslararası İlişkileri Anabilim Dalında Yüksek Lisans,  Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde, Azerbaycan’ın Enerji Kaynakları başlıklı tezi ile Doktora derecesini aldı. İki kitabı ve elliye yakın akademik makalesi bulunmaktadır.

Prof. Dr. Timuçin Kodaman ile yakın geleceğin Küresel jeopolitik eğilimlerini, Türk Dış Politikasını, ekonomi –dış politika ilişkisini, Azerbaycan –İsrail İlişkilerini ve Türkiye’nin Güvenlik politikalarını konuştuk.

Çok kutupluluk, dünyanın farklı coğrafyalarında, farklı devlet sistemleri ve liderlik tipleri üretiyor

Hasan Mesut Önder: Orta vadede Küresel Jeopolitik eğilimleri nasıl yorumluyorsunuz, dünya nereye doğru gidiyor?

Prof. Dr. Timuçin Kodaman: Birinci dünya savaşından sonra jeopolitik, kuramsal bir çerçevede ele alındı ve kara hâkimiyeti teorisi, deniz hâkimiyet teorisi gibi yaklaşımlar ortaya atıldı. Soğuk savaş döneminde de jeopolitik bakış hâkimiyetini sürdürdü. Ancak 1980’lı yıllardan sonra Sovyetlerde başlayan Glasnost ve Perestroyka ile birlikte jeopolitik bakışın bir öneminin kalmadığını söyleyebilirim. Soğuk Savaşın bitmesi ile birlikte coğrafyanın bir öneminin kalmadığı, neo- liberal politikalarla birlikte küreselleşme hız kazandığı ve Francis Fucuyama, Tarihin sonu Tezi ile birlikte neo-liberal değerlerin kesin zaferini ilan ettiği, ulus devletlerin önemini yitirdiği görüşü savunulmaya başlandı. Ancak, 2000’lerden sonra jeopolitik yeniden önem kazanmaya başladı. Küresel denilen çatışmaların bölgesel ve coğrafi boyutları ortaya çıktı. Örneğin, Ortadoğu’da ve yakın çevremizde enerji jeopolitiği üzerinden bir rekabet ve çatışma görüyoruz.1990’lardan sonra ABD, hegemonik tek güç olarak ortaya çıktı ve 2000’lere kadar ABD tek hegemonik güç olma konumunu korudu. Ancak son 20 yılda Çin, ekonomik bir oyuncu olarak dünya jeopolitiğinde ağırlığını hissettirmeye başladı. Çin, ekonomik büyümesini sürdürebilmesi için enerji tedarikini sağlamak için dünyanın farklı coğrafyalarında etkinlik kurmaya çalıştığını görüyoruz. Putin Rusya’sı ise, Çarlık Rusya’sı hayali ve ideali olduğu, yakın coğrafyasında etkisini tesis etme ve bu etkiyi derinleştirmek için politikalar yürüttüğü görülüyor. Bunun yanında, Hindistan gerçeği de karşımızda… Yakın gelecekte ABD, Rusya, Çin ve Hindistan’ın kutup başı olduğu bölgesel sistemler ve alt sistemlerin oluşacağı görülüyor. Dünya artık çok kutupluluğa doğru gidiyor ve bu çok kutupluluk dünyanın farklı bölgelerinde farklı alt sistemler, devlet yapıları ve liderlik tipleri üretecektir. Bu ayrım, demokratik liderlik ve otoriter liderlik şeklinde cereyan edecektir. Avrupa Birliğini küresel oyuncu olarak görmediğimi de belirtmem gerekiyor.

Türkiye’nin Son yirmi yıllık Dış politikası, Komşularla Sıfır sorun Politikasından Değerli Yalnızlık Politikası Arasında Keskin İniş Çıkışlarla Dolu 

Hasan Mesut Önder: Küresel Denklem İçerisinde Türkiye’nin Konumunu Nasıl görüyorsunuz?

Prof. Dr. Timuçin Kodaman:  Soğuk Savaşın bitmesi ile birlikte Türkiye’nin konumunda bir süre stratejik bir belirsizlik hâkim oldu. Büyük düşman Sovyetler çözülünce, biz ne olacağız? Sorusu Türk akademisinde tartışıldı. 2000’lerden sonra Türkiye’nin jeopolitik öneminden bahsedilmeye tekrar başlandı. Türkiye NATO üyesi ülke olarak komşularla iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Ahmet Davutoğlu’nun bakışı ile komşularla sıfır sorun politikası yürütülmeyen çalışıldı. Ancak gelinen nokta itibariyle komşularla sıfır sorun bir kenara, sorunsuz komşumuz kalmadı. Bu sorunlu komşuluk ilişkileri de AK Partinin kurmay heyeti tarafından değerli yalnızlık olarak kavramsallaştırıldı. Sıfır sorun politikasından, değerli yalnızlık politikasına giden keskin iniş ve çıkışların olduğu bir dış politika tablosu karşımızda duruyor. Bu iki kavram ışığında AK partinin 20 yıllık dış politikasını okuduğumuzda net bir dış politika çizgisinin olmadığı, yalnızlığı, çevrelenmeyi ve dostsuz kalmanın kavramsallaştırıldığı, hatalı politikalar neticesinde ortaya çıkan yalnızlığa değer yüklenildiğini görüyoruz. Mısır, Iran, Yunanistan ve İsrail ile olan ilişkilerimiz bu durumu net bir biçimde ortaya koyuyor. İsrail ile ilişkiler yeniden normalleştirilmeye çalışılıyor. Beşar Esad ile kapalı çarşıda dostluk fotoğrafı vermekten düşmanlığa ve oradan da gelinen noktada, gerekirse Esad’la görüşebiliriz pozisyonuna gelindi. Bütün bunlar Türk dış politikasının sert iniş çıkışlarının olduğu, tutarlı ve stratejik planlama doğrultusunda politikaların belirlenmediğini gösteriyor. Sn. Erdoğan, dış politikayı, bireysel ilişkilere dönüştürdüğü için bu keskin iniş çıkışların ortaya çıkması doğal. Lider tabanlı ilişkilerin, dış politikada bu tarz savrulmalara neden olması her zaman ihtimal dahlindedir. Türkiye orta güç bir ülke olarak, Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve bütün yakın kara havzasında önemli bir faktör. Milli güç açısından bakıldığında oyun kurucu bir ülke değiliz ama bize rağmen de çok kolay bazı projelerin hayata geçebilmesini mümkün görmüyorum. Ukrayna işgalinde, Türkiye’nin oynadığı önemli rolü bütün dünya kamuoyu gördü.

Türk İsrail İlişkilerinin Normalleşmesinde Azerbaycan’ın Yapıcı Katkıları Göz ardı Edilmemeli 

Hasan Mesut Önder: 2.Karabağ Savaşında, Türkiye’nin Yanında İsrail’inde önemli katkısı olduğu tartışıldı. Bu bağlamda Azerbaycan-İsrail İlişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Timuçin Kodaman: Azerbaycan-İsrail ilişkileri 2. Karabağ savaşı ile başlamadı. İsrail için Azerbaycan bir enerji kaynağı. İbrahim Anlaşması ile İsrail’in Arap dünyası ile yumuşamaya başlasa bile enerji açısından, Arap dünyasına tam olarak angaje olmak istemez.  Bu bakımdan Azerbaycan, İsrail açısından önemli bir ülke. 2. Karabağ savaşında da İsrail, Azerbaycan’a gelecek tepkilere set çekti. Çünkü Ermeni lobisinin Amerikan karar vericileri üzerinde etkili ve bu savaşta, dünya kamuoyunun Azerbaycan’a aşırı baskı yapmasının önünü almış olabileceğini söyleyebiliriz. Azerbaycan –İsrail ilişkileri, Türk –İsrail ilişkilerinin iyileşmesi ve duygusal eşiğin aşılmasında önemli faktör olduğunu da düşünüyorum.

Çarşıda Pazarda Esnafın ve Halkın Yüzü Gülmüyorsa İnsan Kaynağınızdan Yeterince İstifade edemezsiniz 

Hasan Mesut Önder: Türkiye’nin ekonomik durumu göz önünde bulundurulduğunda, bunun dış politikaya yansımalarını nasıl okuyorsunuz?

Prof. Dr. Timuçin Kodaman:  Türkiye’nin ekonomik durumu, ülkemizin ulusal etkisini ve dış politika hedeflerini destekleyecek nitelikte olmadığını söyleyebiliriz. Ekonomi, sadece, halkın refahı, mutluluğu ve refahını ilgilendirmez. Ekonomi, hem ulusal güvenliği hem de ulusal etkinin uluslararası ortamda tesis edilmesinde en önemli enstrüman olduğunun unutulmaması gerekiyor. Ekonomi, ulusal gücün en önemli bileşenidir ve bu bileşenin yetersizliği, ülkeyi reaksiyoner bir tutuma hapseder. Çarşıda pazarda, halkın ve esnafın yüzü gülmüyorsa,  insan kaynağınızdan yeterince istifade edemezsiniz. Bunun yanında askeri teknolojinizi geliştirme girişimlerini finanse edemezsiniz. Önemli insan kaynağınızı, başka ülkelere gitmesinin önünü açmış olursunuz.  En iyi mühendisleriniz, doktorlarınız ve bilim insanlarınız daha iyi koşullarda yaşamak için yurt dışına gidiyor. Ayrıca ekonomik sorunlar ve gelir dağılımındaki adaletsizlikler, toplumsal fay hatlarının tetiklenmesine de neden olabilir. Kısacası, ekonomik gidişatın kötü seyretmesi, iç güvenliği doğrudan etkileme olasılığı bulunuyor. Geçim sıkıntısı, gelecekle ilgili umudun olmaması, farklı toplumsal kesimlerinde bastırılmış öfkeyi dışarı vurmasına neden olabilmektedir.  Bunun yanında ulusal etkinin genişlemesinde ve dış politik hedeflere ulaşma konusunda ekonomi en önemli araçtır.

Yunanistan’ın Ulusal Güvenlik Tehdidi olarak İnşa edilmesi Seçim Sonuçlarını Etkilemeye Yönelik Olabilir.

Hasan Mesut Önder: Türkiye’nin Milli Güvenlik stratejisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Timuçin Kodaman: Türkiye içinde bulunduğu coğrafya gereği birçok somut tehditle karşı karşıya olduğu bir gerçek. PKK terörü, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde bir terör devleti inşa etme çabaları, Doğu Akdeniz’deki mevcut sorunları, Kuzeyde Rusya, Ukrayna savaşı, Yunanistan’ın adaları silahlandırma çabaları ve İŞİD gibi birçok tehditle uğraşıyoruz. Birçok tehdit ile karşı karşıya olan bir ülkede ulusal güvenlik ve beka söyleminin içinin tümüyle boş olmadığının söylenmesi gerekiyor. Ulusal güvenlik söyleminin toplumu konsolide edici bir etkisi olduğunun görülmesi gerekiyor. Bir tehdit ortaya çıktığında içeride, farklılıklar bir kenara bırakılır ve bütün toplum, tehdide odaklanır hale gelir. Ulusal seferberlik halı, iç farklılıkları giderir ama sanal tehditlere karşı bu kullandığında, toplumun siyaset kurumuna olan güvenini azaltıcı bir etkisi de olur. Örneğin yerel seçimlerde beka söyleminin bir siyasal propaganda olarak kullanılması, toplumda tam olarak karşılık bulmadı ve  bu söylemi  bütünüyle onaylamadı. Bugünlerde de Yunanistan bir ulusal güvenlik tehdidi olarak inşa ediliyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir gece ansızın gelebiliriz ifadesini kullandı. Yunanistan’ın devlet kapasitesinin üstündeki hak iddiaları elbette tehdit kategorisinde değerlendirilmesi gerekiyor ancak bu tehdit 2003 yılından bu yana orada bütün yalınlığı ile ortada duruyor. Seçim sürecine girildiği bir dönemde tehdidin siyasetin en tepesi tarafından dile getirilmesi üzerinde durulması gereken bir nokta. Neden beş sene önce değil de şimdi bu dillendiriliyor. Amerikan’ın Yunanistan’daki üstleri ve yığınakların yapılması çok yeni bir şey değil. Bana göre hükümet 2003 yılından bu yana var olan bir sorunu güvenlik alanına taşıyarak Yunanistan’ı ulusal güvenlik tehdidi olarak inşa ediyor. Bu inşa sürecinin birinci hedef kitlesinin iç kamuoyu olduğunu düşünüyorum. Bir sorun, illa savaşla çözülmez, diplomatik yollar, askeri diplomasi ve zorlayıcı diplomasi ile de çözülebilir. Erdoğan’ın bir gece ansızın gelebiliriz ifadesi, bu sorunun gerekirse savaşla da çözülebileceğini gösteriyor. Bu durum bende, hükümetin ulusal güvenlik söylemi ile toplumu kendi etrafında konsolide etmeye çalıştığı izlenimi yaratıyor ve bu söylemlerin seçimlerin sonucunu etkilemeye yönelik olduğu düşündürüyor.19 yıldır var olan bir tehdit bugün siyasi düzeyde görünür kılınıyorsa, bunun iç siyasal çıkar hesapları ile bağlantılı olduğunun söylenmesi gerekiyor. (Kaynak:www.ocakmedya.com)

Etiketler: » » » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.