logo

Düşündüğünü Sanan İnsan ve Deprem Gerçeği


Prof.Dr. Mehmet ÖZHANLI
mehmetozhanli@sdu.edu.tr

İnsanla diğer canlılar arasındaki en büyük fark nedir diye sorulduğunda, insanların çoğunluğu “düşünmek” diye cevap verir. Düşünebildiği için kendisini diğer canlılardan farklı ve çoğu zaman da üstün gören insan, gerçekten düşünebiliyor mu? Düşünme eylemi davranışlara yansımıyorsa, düşünmek hiçbir işe yaramaz. Düşünebildiklerini düşünüyorlar demektir.

Eğer insan gerçekten genel doğruda düşünebilseydi ve düşünebildiklerini uygulayabilseydi, hata yapmaz, büyük felaketler yaşamaz ve ders çıkarırdı. Ancak, geçmişte ve günümüzde yapılanlara bakıldığında insanın, hep aynı hataları tekrarlayıp durduğu görülür. Bu hatasını da “Tarih tekerrürden ibarettir” diyerek tarihe mal eder. Oysa tekerrür eden tarih değil hatalardır. Bunun en güzel örneği, deprem kuşağında yer alan ülkemizde yerleşim yerlerinin tercihi ve inşa edilen yapılardır. Neredeyse her gün ülkenin herhangi bir kentinde deprem olurken, hamaset nutukları atılarak bu oldukça yıkıcı ve öldürücü doğa olayı görmezden gelinir ve hiç ara verilmeden çarpık, kalitesiz ve oldukça yüksek binalar inşa edilmeye devam edilir. Günümüz teknolojisi ile deprem bölgeleri belirlenip risk derecelendirilmesi yapılabilmesine rağmen, bu durum hiç dikkate alınmaz.

Dünyanın merkezine ve en güzel yerine kurulmuş olan İstanbul, deprem olma riski en yüksek kentlerden bir tanesidir. Uzmanların bütün uyarılarına rağmen hiçbir somut, ciddi önlem alınmadığı gibi hız kesmeden kalitesiz yüksek yapılaşmaya devam edilir. Çarpık kentleşmesi, göğü zorlayan binaları, daracık cadde/sokakları ve yapı doldurulmuş meydanlarıyla(!) insanlar, deprem gerçeğiyle baş başa bırakılır. Bu kentte yaşayan insan sayısı, birçok ülkenin nüfusunu geride bırakacak kadar kalabalıktır. Kentin bu haliyle, olası bir depremde can kaybı milyonu geçebilir. Bu durum sadece İstanbul için değil, ülkedeki birçok kent ve diğer yerleşimler için de geçerlidir. O zaman düşünebildiğini iddia eden insan neyi düşünüyor. Birinci derece deprem bölgelerine yerleşim kuruyor ve hiçbir şey olmayacakmış gibi buralara gökdelenler inşa ediyorlar. Ve insanlar bu binalarda oturabilmek için tonlarca para ödeyerek birbirleriyle yarışarak satın alıyorlar. Ne bu binaları inşa edenler ne de bunlarda yaşamak için satın alanlar, bir deprem olduğunda tonlarca para ödeyip aldıkları bu evlerin kendilerine mezar olacağını düşünmezler. “Cahil Cesareti” diye bir deyim var, bu insanların sergilediği davranış tamda bu. Doyumsuz, açgözlü, bilgiden, mantıktan yoksun tamamen içgüdüsel, nefsine köle olmuş bir davranış. Cahil cesaretini akıl, mantık ve düşünmek sanıyorlar. Yaptığı hiçbir davranışın sonucunu hesaplayamayan cahilin en çok kullandığı deyim “bir şey olmaz” dır. İhmal edildiğinde bir şey olduğunun çok örneği var bunlardan bir tanesi Laodikeia Antik kentidir. Denizli İlinin geçmişi, hemen yanı başında bulunan Hierapolis ve Laodikeia antik kentleridir. Kendi dönemlerinde Anadolu’nun en önemli kentleri arasında bulunan bu iki kentte yaşanan depremler yüzünden binlerce insan ölmüş ve sonunda deprem yüzünden terk edilmişlerdir. Kazı çalışmaları yapılan bu kentler, ziyaret edildiğinde depremin yarattığı felaketler yerinde görülebilir. Gerçekten düşünebilen insan, göz önünde olan bu gerçeklerden ders çıkarır. Aynı bölgedeki yeni yerleşimi deprem gerçeğine uygun inşa eder. Düşünebilen insanın yüreğinde korku olur, bu korku hurafe ve boş şeylerden oluşan bir korku değildir. Akıl ve mantığın kendisine gösterdiği bir korkudur, boş bir korku değildir. Düşünebilen insanın zekâsı analitik işler, bir sonraki adımı hesaplayarak davranır. Birinci derece deprem bölgesine yüksek bina inşa ettiğinde bir gün başına çökeceğini; dere yatağına ev yaptığında sele gideceğini bilir.

Yaşadığınız yeri, aldığınız önlemleri, kararları ve yaptıklarınızı düşünerek kendinize sorun gerçekten düşünebiliyor muyum?

Etiketler: »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • TANRIYA KARŞI HATA YAPMAYACAKSIN

    16 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Erkenden uyanan Pomponius avludaki çardağın altında oturmuş; yorgun, boş bakışlarla etrafına bakınıyordu. Auxanousa günaydın diyerek gelip karşısındaki sandalyeye oturdu. Pomponius gözünün ucuyla ona bakarak; “bir haftadır senin yüzünden doğru düzgün uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyor ve durmadan sayıklıyorsun.” Auxanousa mahcup bir biçimde başını hafif öne eğerek, her gece aynı rüyayı görüyorum. Oğlumuz Terentius karşımda durup bana bakıyor. Bakıyor dediysem o ela güzel, sevgi dolu gözleriyle değil. Zift gibi bir siyahlıkla dolu göz çukurları...
  • Öğretmen ve Üniversite

    10 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Sümerli eğitmen ve şair Ludingirra, günümüzden 4000 yıl önce “Mademki biliyorsun, niye öğretmiyorsun”  diyerek bilginin ve öğretmenin önemini çağlar ötesinden seslendirmiş. “Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir olur mu” ilahi tebliğinde bilgilenmenin, öğrenmenin ve Hz. Ali’nin “Bana Bir Harf Öğretenin 40 Yıl Kölesi Olurum” sözlerinde öğretmenin önemi en güzel şekilde ifade edilmiş. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal savaşında düşmanla olduğu gibi; Cumhuriyetle birlikte “Ülkemizi dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkartmak”, ...
  • Ramazan Amca’nın Duâsı

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    “Sen kendüye ne sanursan ayruğa da anı san. “      Hacı Bektaş Velî 19 yıl önce... Geçirdiğim kalp rahatsızlığı nedeniyle üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde yatıyorum. Oda arkadaşım Ramazan Amca, 80-85 yaşlarında bir Alzheimer hastası... Refakatçisi olan yakınlarından öğrendiğimiz kadarıyla geçmişte çiftçilik yapan bu amcamız  boylu poslu;  ileri derecede görme rahatsızlığı olduğu için kalın camları olan gözlük takan, konuşmayı seven birisi.  Bizi tanımak istiyor; kendimizi tanıtıyoruz, on dakika sonra aynı şeyleri yine soruyor ve...
  • ADA DOĞURAN GÖL

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Bugün dünyamız ve ülkemiz için en büyük tehlike  kuraklık, kıtlık ve  açlıktır. Bunun için dünyayı istedikleri kalıplara sokan, dünyaya şekil veren kapitalizm düzeninin küresel şirketleri dünya nüfusunun azaltılması gerektiğini savunmaktadırlar. Hatta bu maksatla; laboratuvar kökenli salgın hastalıklar, KULLANDIRTTIKLARI ilaçlar, aşılar, gübreler, böcek ilaçları=zehirler, soğuk, sıcak dünya ve uzay savaşları ile havada, suda, karada, hatta uzayda ekosistem tahriplerini devreye sokmaktadırlar. Elbette ülkemiz de bu olumsuzluklardan fazlasıyla...