logo

Prof. Dr. ÖZHANLI Yazdı: Kırkbaş Köyü Hodulca Mevkii


Prof.Dr. Mehmet ÖZHANLI
mehmetozhanli@sdu.edu.tr

KIRKBAŞ KÖYÜ HODULCA MEVKİİ

Prof. Dr. Mehmet ÖZHANLI

Canlılar arasında en zeki ve en tembel varlık olan insan, yeni bir şeyi yoktan var etmedi.  Sahip olduğu ve icat ettiğini düşündüğü her şey dünyada zaten vardı. İnsan, sadece onun farkına varıp onu iyi, kötü, kutsal, uğurlu, uğursuz, faydalı, faydasız, aydınlık, karanlık gibi sıfatlarla nitelendirerek kendine göre isimlendirip anlamlandırdı ve de çıkarına uygun şekillendirerek kullandı. İşine gelen yerleri kutsal, işine gelmeyen yerleri ise kötü ve uğursuz olarak nitelendirdi. Tıpkı Hodulca Mevkii gibi.

Yüzeyi tamamen taş ve kayalarla kaplı olan Hodulca’da çobanlar bile sürülerini geçirmiyordu. Yalvaç Ovası ve Hoyran Gölüne olana manzarasına, uzantısı olduğu Karakuş Dağlarının her noktası sahipti. Sadece kayaların arasında yeşerebilmek için büyük mücadele veren bazı otlar dışında Hodulca mevkii kimsenin umurunda değildi. Hemen eteğinde yaşayan köylüler için hiçbir değeri yoktu. Bundan dolayı “kendini beğenmiş, kibirli” anlamına gelen “Hodul” kelimesi, yöre halkı arasında “az konuşup, az gülen, kendini ifade edemeyen” anlamıyla buraya isim olarak verilmişti.

Zaten Kırkbaş Köyünde yaşayanlar dışında Hodulca’nın neresi olduğunu bilen de yoktu. Ama bir gün ulusal televizyonlarda ülkedeki birçok kişi karlı bir havada Hodulca mevkiine ulaşabilmek için büyük bir mücadele veren bazı insanları canlı izledi. Eskişehir’den eğitim amaçlı kalkan CASA tipi askeri uçak bu kayalık alana düşmüş iki pilot ve bir teknisyen hayatını kaybetmişti. Düşen uçağın askeriyeye ait olmasından dolayı başka ülkelerde de haber birçok kişinin dikkatini çekmişti. Uçağın düştüğü yere kar ve tipi yüzünden oldukça zor ulaşıldı. Dumanın çöktüğü karla kaplı alanda çarpmanın etkisiyle küçük parçalara ayrılmış olan uçak, her yere dağılmış ve beyaz karın üzerinde siyah benler gibi durmaktaydı. Kimsenin dikkatini çekmeyen ve kimsenin çıkmadığı Hodulca’yı o günden sonra artık herkes bir uçağın düştüğü ve üç kişiye mezar olan bir yer olarak tanıdı. Hodulca mevkiine araç ulaşımını sağlayan bir yol ve ölenlerin anısına bir yazıtla ülkenin bayrağı dikildi. Birçok kişi burayı ziyaret etmeye başladı.

Yöresi dışında ismi duyulmamış olan Kırkbaş Köyünü ve Hodulca mevkiini bir uçak kazası tanınır hale getirdi. O güne kadar hiçbir anlam ifade etmeyen bu mevkiiye yaşanan kazadan sonra büyük bir anlam yüklendi. Kendini ifade edemeyen Hodul isimli bu mevkii artık kendini ifade etmeye başlamıştı. Burayı ziyaret edenler, Yalvaç Ovasına olan manzarasına karşı, kayalığa oturup uçak düşerken içinde bulunan insanların çaresizliğini düşünerek, batan akşam güneşinin getirdiği soluk karanlığı yüreklerinde hissederler.

Burası artık ölen canların anısını yaşatan bir Kenotaf’a (boş mezar) dönüşmüştü. O anlamı olmayan ve tanınmayan yer, artık çok büyük bir anlam ifade etmeye başlamıştı. Hodulca’nın bağlı olduğu Kırkbaş Köyü de bu ifadeden kendine yer bulmuştu. Ancak, uzun bir süre yazılı ve görsel basında yazılıp söylenmesine karşın kimse bu köyün neden “Kırkbaş” ismiyle adlandırılıp anlamlandırıldığını düşünmedi. Köyde yaşayanlara sorduğunuzda anlam ve konu bütünlüğü olmayan yarım yamalak kulaktan dolma hikâyelerle bu ismi anlatmaya çalışırlar. Yaşanan savaşta “kırk kişinin başının kesildiği” ya da buraya ilkin “kırk hanenin” yerleştirildiği gibi anlatılan hikâyeler geçmişin gizemini pekte aydınlatmaz. Köydeki konutların temelini oluşturan Roma İmparatorluk ve Bizans Dönemlerine ait geçmişin tanıkları olan taşların, fısıldadığı gerçek yaşanmış hikâyeleri ise kimse duymaz.

Bilimsel merakın olmadığı toplumlarda maalesef her şey “kulaktan dolma” öğrenilir. Kendi köyünün adının ne anlama geldiğini bilmeyen ve hiç düşünmeyen, sorgulamayan, araştırmayan insanlara, yaşadıkları yerin ve sahibi olduklarını düşündükleri şeylerin geçmişte bir yaşanmışlığının olduğunu ve ona göre adlandırılıp anlamlandırıldığını ve de her gün bakıp fark etmedikleri, üzerine basıp geçtikleri toprakların içerisinde binlerce hikâyenin varlığı nasıl anlatılır ki…

 

Etiketler: »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • TANRIYA KARŞI HATA YAPMAYACAKSIN

    16 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Erkenden uyanan Pomponius avludaki çardağın altında oturmuş; yorgun, boş bakışlarla etrafına bakınıyordu. Auxanousa günaydın diyerek gelip karşısındaki sandalyeye oturdu. Pomponius gözünün ucuyla ona bakarak; “bir haftadır senin yüzünden doğru düzgün uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyor ve durmadan sayıklıyorsun.” Auxanousa mahcup bir biçimde başını hafif öne eğerek, her gece aynı rüyayı görüyorum. Oğlumuz Terentius karşımda durup bana bakıyor. Bakıyor dediysem o ela güzel, sevgi dolu gözleriyle değil. Zift gibi bir siyahlıkla dolu göz çukurları...
  • Öğretmen ve Üniversite

    10 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Sümerli eğitmen ve şair Ludingirra, günümüzden 4000 yıl önce “Mademki biliyorsun, niye öğretmiyorsun”  diyerek bilginin ve öğretmenin önemini çağlar ötesinden seslendirmiş. “Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir olur mu” ilahi tebliğinde bilgilenmenin, öğrenmenin ve Hz. Ali’nin “Bana Bir Harf Öğretenin 40 Yıl Kölesi Olurum” sözlerinde öğretmenin önemi en güzel şekilde ifade edilmiş. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal savaşında düşmanla olduğu gibi; Cumhuriyetle birlikte “Ülkemizi dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkartmak”, ...
  • Ramazan Amca’nın Duâsı

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    “Sen kendüye ne sanursan ayruğa da anı san. “      Hacı Bektaş Velî 19 yıl önce... Geçirdiğim kalp rahatsızlığı nedeniyle üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde yatıyorum. Oda arkadaşım Ramazan Amca, 80-85 yaşlarında bir Alzheimer hastası... Refakatçisi olan yakınlarından öğrendiğimiz kadarıyla geçmişte çiftçilik yapan bu amcamız  boylu poslu;  ileri derecede görme rahatsızlığı olduğu için kalın camları olan gözlük takan, konuşmayı seven birisi.  Bizi tanımak istiyor; kendimizi tanıtıyoruz, on dakika sonra aynı şeyleri yine soruyor ve...
  • ADA DOĞURAN GÖL

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Bugün dünyamız ve ülkemiz için en büyük tehlike  kuraklık, kıtlık ve  açlıktır. Bunun için dünyayı istedikleri kalıplara sokan, dünyaya şekil veren kapitalizm düzeninin küresel şirketleri dünya nüfusunun azaltılması gerektiğini savunmaktadırlar. Hatta bu maksatla; laboratuvar kökenli salgın hastalıklar, KULLANDIRTTIKLARI ilaçlar, aşılar, gübreler, böcek ilaçları=zehirler, soğuk, sıcak dünya ve uzay savaşları ile havada, suda, karada, hatta uzayda ekosistem tahriplerini devreye sokmaktadırlar. Elbette ülkemiz de bu olumsuzluklardan fazlasıyla...