logo

Kemal Çopuroğlu yazdı: Âkif’le Berâber Ağlamak…


Kemal ÇOPUROĞLU
ozyalvacgazetesi@gmail.com

Osmanlı’nın son dönemlerinde “Avrupaîlik-alafrangalık”la muhafazakârlığı, bir sendeleme hâliyle bir arada götürmeye çalışan konak ve yalı asilzâdeleri gibi bugüne uzanan târihî seyrin şimdiki zamanında gâye ile vasıtâyı birbirine karıştıran ; içerisini sâdece lafazanlığını yaptığı fikir kırıntılarıyla doldurduğu ritüellerin fasit dairesinde hapsolmuş; nevi şahsına münhasır bir vizyonu, kültür ve medeniyet hayâli olmayan; kendisine iş insanı, sanayici, bürokrat, gazeteci, sanâyici vs denilen ve muhafazakâr yakıştırması yapılan lümpen tipler…

İstikbâl, müslüman toplumların öncü birliğini bu tiplerin oluşturacağı bir devir olmamalıdır.

Rütbesi ve mevkîsi ne olursa olsun, ahlâkî değerlerden mahrum ve insanlığın rahle-i tedrîsinden geçmemiş olanlar, kalpazanların bastıkları sahte paralar gibidirler. Bunların bir memleket için en tehlikeli yanı, her devirde her köşe başında yer tutmuş olmaları ve liyâkat ehliymiş gibi görülmeleridir.

Yetimler, yoksullar, açlar, evsiz barksız, kimsesiz ve sâhipsiz insanlar yurdunda karnı tok, başı dik ve gülerek dolaşanlar var ya, onlar; târihin hemen her devrinde aydınlık memleket ufkunun yüz karasıdırlar.

Bir saman çöpü gibi modern çağın girdâbına kapıldık ve düştüğümüz girdapta yaşadığımız hengâme, telâşe ve heyecanla çok mühim hatâlar yapıyoruz. Çünkü kafamız karışık çünkü saatlerimizin yeknesak tiktakları bizimle hırsız polis oyunu oynuyor. Bu kovalamacada her an tökezleyip düşmek ya da peşimizdekini atlatıp istikbâle doğru yol alırken kendini küllî irâdeye, ilâhî mukedderâta teslîm ederek koşmak var; arkaya bakmadan, geriye dönmeden, teslîm olmadan sonunu düşünmeden menzil-i maksûda doğru yağız atlar gibi koşmak…

***

Aşk İsyânı…

İsyân, bazılarının zannettiği gibi ruhun bir muvazenesizliği değil, için için yanmanın çıkardığı bir sestir; mürekkebi kan olan, bütün sınır ve nizamlarının insan nefsinin avutulması üzerine çizildiği yol haritalarını parçalayarak “Hakk’ı tutup” kaldırabilmenin adıdır.

“Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,

İslâm’ı uyandırmak için haykıracaktım” diyebilme irâdesidir.

Dicle kenarında kuzuyu kapmak için fırsat kollayan kurda meydan okumak, mazlumların hâmisi olmaktır isyan!

Hüsrânı, isyân-ı aşkla kucaklayabilmektir.

Böyle bir aşkın isyanı, ahlâkî şuurla beslenen yükseksorumluluk duygusunun temelleri üzerinde yükselir.

Bu isyanı, ahlâk ve imân kalesinin yüksek burcu olan bir mücâhidin hayâtının ve eserlerinin her safhasında görürüz.

O, kılıçla değil; zırhsız miğfersiz, yalın yürek, yalın kalemle hüzün ve ızdırâbı kendisine yoldaş edinerek içindeki aşk isyânını haykırmıştır.

 

“Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım !”

Ağlamak, boğulan vicdânımızı bir nebze olsun ferahlatmak içindir.

Ağlamak, belki bir ilk yardım tedâvisi; kanayan kalbimize sürülen bir merhem; çâresizlikten bunalan ruhumuza bir nefes, bir dirlik…

Ama onca zaman oldu ki ağlamayı unuttuk; öyle hıçkıra hıçkıra değil sessiz sessiz ağlamayı bile..

“Ağlar Safahatımdaki hüsran bile sessiz” diyen; aşkı, hüsranı ve isyânı bize; iliklerimize kadar hissettirebilen Safahat’ın her yaprağına bir sorun hele!

Sorun!…

Ve gönül gözünüzü açın; pas tutmuş kulaklarınızı açarak işitin!…

İşte o zaman hissedersiniz sayfalara sinmiş soluklarını bazı yüce ruhların…

O ruhlar ki târihin karanlık sayfalarını aydınlatan, rahmet iklimlerine kucak açanların ölüleri dirilten nefesleri gibidir.

Sonra, şehrin derbeder ve kimsesiz sokaklarında fukarânın, yetimlerin, kimsesizlerin âhını işitirsiniz orada…

Yanmış yıkılmış ocaklarıyla; üzerinde ot yerine insan saçları biterek kabristana dönüşen bir vatan toprağının acı ve hazîn manzarasını görürsünüz…

Ehl-i Sâlib’in karşısına dikilen destân kahramanlarının arasında bulursunuz kendinizi; Allah’a bu kadar yakın olmanın, böyle gürültülü patırtılı, toz duman ve kan deryâsı içerisinde olunabileceğinin idraki çok güçlü bir zelzele meydana getirir bütün bedeninizde de sıtma nöbeti tutmuş gibi zangır zangır titrersiniz.

Kederidir içinizde bir çığ gibi büyüyen; uğursuz ellerce baltalanan devâsa bir çınarın çatırdayarak yere devrildiği gibi koskaca bir medeniyetin yıkılışına şâhit oluşunuz…

Gözyaşlarının çiğ taneleri gibi biriktiğini, damlaların âhenkli sesler çıkararak yere düştüğünü duyarsınız; kusursuz bir armoni, yek-âhenk bir vecd ile zikir ve secde ferâhlığının hazzında hırçın ve azgın bir denizin dalgalarından, sakin bir limana sığınmanın hâlidir hissetikleriniz.

İşte o zaman siz isteseniz de istemeseniz de yüreğinizde çakan şimşek, göklerden rahmet boşanır gibi bir sağanaktır gözyaşlarınız; hıçkıra hıçkıra ağlarsınız.

***

Ne bin üç yüz kırk iki yıldır süren kan davâsı,

Ne yüzlerce yıl süren âlem-i İslâm’ın sefâlet manzarası Evet, asırlarca ettiğimiz kavga değdi mi bir yarayı sarmaya? Değmez tabii ki

Devam ettikçe kardeş kardeşi vurmaya

 

Cehâlet, atâlet, miskinlik sarmış her yanı,

Fitne ve bozgunculukla dökülmekte onca mâsumun kanı… Yâ rab bu nasıl bir imtihândır ki

Herkes bigâne olmuş hâlimize, Herkes kör ve sağır !..

İnledikçe eksilmez sırtımızdan Yükümüz çok ağır!

Can çekişmede insanlık, Saplanmış bir batağa meflûc olmuş,

Nâfile bekleme kıyâmeti,

Evvel âhir dünyânın her köşesi

Ye’cûc Me’cûc’la dolmuş!

Kuru bir hevâyı hevesi artık bırak!

Ne yaptın bunca zaman dön bir defa arkana bak!

Aşk ile gayret ile ilim ve irfan ile varır insan menzile, Bundan gayrısı nâfile.

İlâhî!

Hadsizce çaldım kapını kimsesizliğimle, Yüzüme kapatma, geri çevirme Merhamet kıl şu büyük çâresizliğime!..

Etiketler: » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • ANTİOKHEİALI YAŞLI KADIN

    25 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Üçüncü cemre düştüğünde, karlar erimeye başlamıştı. Kentin sokaklarında eriyen karların suları, bulanık bir şekilde akmaktaydı. Bir zamanlar düzgün taş döşeli olan sokaklar artık bütün özelliğini kaybetmiş, kanalizasyon sistemi tıkanmış, sular caddenin yüzeyinde sessizce akmaya başlamıştı. Bahar güneşinin sıcaklığı kendini iyice hissettirirken, yaşlı kadın kahvaltısını yapmış, mutfağın penceresinden güneşin ışıklarını izleyerek, derin düşüncelere dalmıştı. On üç yaşında evlenip geldiği bu evde geçirmiş olduğu günlerin hayaline dalmıştı ki, hizm...
  • TANRIYA KARŞI HATA YAPMAYACAKSIN

    16 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Erkenden uyanan Pomponius avludaki çardağın altında oturmuş; yorgun, boş bakışlarla etrafına bakınıyordu. Auxanousa günaydın diyerek gelip karşısındaki sandalyeye oturdu. Pomponius gözünün ucuyla ona bakarak; “bir haftadır senin yüzünden doğru düzgün uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyor ve durmadan sayıklıyorsun.” Auxanousa mahcup bir biçimde başını hafif öne eğerek, her gece aynı rüyayı görüyorum. Oğlumuz Terentius karşımda durup bana bakıyor. Bakıyor dediysem o ela güzel, sevgi dolu gözleriyle değil. Zift gibi bir siyahlıkla dolu göz çukurları...
  • Öğretmen ve Üniversite

    10 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Sümerli eğitmen ve şair Ludingirra, günümüzden 4000 yıl önce “Mademki biliyorsun, niye öğretmiyorsun”  diyerek bilginin ve öğretmenin önemini çağlar ötesinden seslendirmiş. “Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir olur mu” ilahi tebliğinde bilgilenmenin, öğrenmenin ve Hz. Ali’nin “Bana Bir Harf Öğretenin 40 Yıl Kölesi Olurum” sözlerinde öğretmenin önemi en güzel şekilde ifade edilmiş. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal savaşında düşmanla olduğu gibi; Cumhuriyetle birlikte “Ülkemizi dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkartmak”, ...
  • Ramazan Amca’nın Duâsı

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    “Sen kendüye ne sanursan ayruğa da anı san. “      Hacı Bektaş Velî 19 yıl önce... Geçirdiğim kalp rahatsızlığı nedeniyle üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde yatıyorum. Oda arkadaşım Ramazan Amca, 80-85 yaşlarında bir Alzheimer hastası... Refakatçisi olan yakınlarından öğrendiğimiz kadarıyla geçmişte çiftçilik yapan bu amcamız  boylu poslu;  ileri derecede görme rahatsızlığı olduğu için kalın camları olan gözlük takan, konuşmayı seven birisi.  Bizi tanımak istiyor; kendimizi tanıtıyoruz, on dakika sonra aynı şeyleri yine soruyor ve...