logo

İSTİKLAL MARŞIMIZ ve BİR PALTOSUZ MİLLETVEKİLİ


Prof.Dr. Zafer KARAER
ozyalvac@ozyalvac.com.tr

Bugün, 12 Mart 2023; Tam 102 yıl önce İSTİKLAL VE HÜRRİYET yolunun en önemli adımlardan biri olan, her bir kelimesi ile istiklal, hürriyet, bayrak, vatan ve milleti en güçlü şekilde, en derinden ve en gönülden hissettiren, milli duyguyu ve milli heyecanı en üst seviyede yaşatan,  birbiri ile olağanüstü uyumlu 10 kıta ve 41 dizeden (mısra) oluşan İstiklal Marşımız, meslektaşı olmaktan gurur duyduğum, onur duyduğum milli şairimiz Mehmet Akif ERSOY tarafından bugün Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampüsü’nün sınırları içinde yer alan, Tacettin Dergâhının selamlık bölümünde kaldığı odada (Günümüzde Müze) yazılmış, marş olarak 1930’a kadar Ali Rıfat ÇAĞATAY’ın bestesi ile çalınıp, okunmuş, 1930’dan sonra Osman Zeki ÜNGÖR’ün bestesi ile çalınıp, okunmaktadır.

İstiklal Marşımızın yazıldığı yıllarda, işgal altındaki yurdun dört bir yanında Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde vatan müdafaası yapılıyor, bağımsızlığa ve cumhuriyete koşuluyordu.. Böyle bir dönemde tüm imkânsızlıklara rağmen tek yürek olmuş milletimizi gönülden birbirine bağlı tutacak ve coşturacak, aynı zamanda ebediyete kadar vatanın kutsallığını hatırlatacak MİLLÎ DUYGU ve MİLLİ ŞUURUN oluşturulmasında Milli bir marşa da ihtiyaç olduğu düşünülerek, Maarif Vekâleti,  son şiir gönderme tarihi 23 Aralık 1920 olan, 500 lira para ödüllü bir yarışma düzenledi, 724 şiir geldi. Fakat hiçbiri milli heyecanı uyandıracak, milli şuuru oluşturacak nitelikte değildi. Herkes böyle bir şiiri ancak Mehmet Akif’in yazabileceğini, fakat, işin içinde para olduğu için yazmadığını biliyordu.. Mehmet Âkif, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in kendisine yazdığı 5 Şubat 1921 tarihli davet mektubu ve yakın arkadaşlarının ısrarı sonucu fikrini değiştirerek, ödülü almamak şartıyla yarışmaya katılmayı kabul etti. Hâlbuki o sırada Mehmet Akif’in bir paltosu dahi yoktu. Çok soğuklarda arkadaşı, çok yakın dostu ve meslektaşı, Neyzen Tevfik’in kardeşi Dr. Şefik Kolaylı’nın paltosunu ödünç alıyordu. Üstelik  O Burdur Milletvekili idi (Bugünkü vekiller!)…

Şiire, tam bir vecd halinde, adeta dünya ile ilişiğini kesmiş bir halde kendini vererek;  Evde, sokakta, camide, Meclis’te, yürürken, yemek yerken, uyurken, kafası hep İstiklâl Marşı’nı yazmakla meşgul oldu. Hatta “Akif bir gece aniden uyanmış, aradığı kâğıdı bulamayınca da kurşun kalemiyle yer yatağının sağındaki duvara marşın: “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım, Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım. Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım”  kıtasını yazmış,  adeta kazımıştır.. Böyle bir adanmışlıkla yıllardır zihninde taşıdığı bu şiiri, yaklaşık iki günde  kendisine has üslupla, toprak uğruna, vatan uğruna, bayrak uğruna, hürriyet uğruna, istiklal uğruna dökülecek şehit kanının kutsallığını ve ulviliğini, yine Türk Askerinin kahramanlığını vurgulayan olağanüstü kelimelerle yazmıştır. Maarif vekili Hamdul­lah Suphi Bey, Âkif’in şiirinin önce cephede asker arasında okunma­sına karar verdi. Batı Cephesi Komutanlığına gönderilen şiir, askerin beğenisini kazandı. İstiklâl Marşı, 17 Şubat 1921 tarihinde Hâkimiyet-i Milliye ve Sebilürreşad gazetelerinde yayımlandı, on iki gün sonra ise Konya’da Öğüt gazetesinde yer aldı.

Takvimler 1 Mart 1921’i gösterdiğinde BİRİNCİ TBMM, tarihi günlerinden birini yaşıyordu. Maarif Vekili Hamdullah Suphi, meclis kürsüsünde Mehmet Akif’in şiirini okumaya başladı : “…Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül… Ne bu şiddet bu celâl? Ona olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl, Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl…”

Okumasını tamamladığında, Mecliste alkış tufanı koptu. Büyük bir coşku yaratan şiir, dört defa ayakta dinlendi. Mehmet Akif ise mahcup olarak kimseye bir şey söylemeden alkış tufanı sırasında meclisten ayrıldı.

…Ve 12 Mart 1921’e gelindiğinde yapılan oylamayla Akif’in yazmış olduğu şiir “Millî Marş”ımız olarak TBMM’de kabul edildi. Akif, kazandığı 500 liralık ödülü ise yoksul kadınlara ve çocuklarımıza meslek öğreten ve cepheye elbise diken Darülmesai vakfına bağışladı. Milli Şair böyle, yüksek insani duyguları taşımakla olunuyor!

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk Marşla ilgili:

“…İstiklal Marşında, istiklal davamızı anlatması bakımından büyük bir manası  olan mısralar vardır:

-“Hakkıdır Hür Yaşamış Bayrağımın Hürriyet; Hakkıdır Hakk’a Tapan Milletimin İstiklal!” Benim, en beğendiğim ve bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar, işte bunlar diyerek; “Hürriyet ve istiklal aşkı bu milletin ruhudur” sözleri ile değerlendirmiştir.

…Ve yıllar sonra Milli Şaire hasta yatağında İstiklal Marşımızla ilgili ileride değiştirilip, değiştirilemeyeceği hakkında düşünceleri sorulunca; Ani bir hareketle yatağından doğrulup, o günkü heyecanı tekrar yaşayarak:

– İstiklal Marşı… O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir fecayii (=felaket, bela, musibet) karşısında bunalan ruhların, ıztıraplar içinde halas (kurtuluş) dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz… Onu kimse yazamaz… Onu ben de yazamam… Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur. Allah, bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” sözleri ile düşüncelerini dile getirmiştir.

Yine:

-İstiklal Marşı’nı niçin Safahat’a koymadınız?

Şeklindeki soruya, Üstat:

-O’nu millete hediye ettim; artık o, milletindir. Benimle alakası kesilmiştir. Zaten o, milletin eseri, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım.

Bize böyle muhteşem bir eser kazandıran ve armağan eden Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u  rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum. Mekânı cennet olsun

Selam, sevgi ve saygılarımla…

Etiketler: » » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • TANRIYA KARŞI HATA YAPMAYACAKSIN

    16 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Erkenden uyanan Pomponius avludaki çardağın altında oturmuş; yorgun, boş bakışlarla etrafına bakınıyordu. Auxanousa günaydın diyerek gelip karşısındaki sandalyeye oturdu. Pomponius gözünün ucuyla ona bakarak; “bir haftadır senin yüzünden doğru düzgün uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyor ve durmadan sayıklıyorsun.” Auxanousa mahcup bir biçimde başını hafif öne eğerek, her gece aynı rüyayı görüyorum. Oğlumuz Terentius karşımda durup bana bakıyor. Bakıyor dediysem o ela güzel, sevgi dolu gözleriyle değil. Zift gibi bir siyahlıkla dolu göz çukurları...
  • Öğretmen ve Üniversite

    10 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Sümerli eğitmen ve şair Ludingirra, günümüzden 4000 yıl önce “Mademki biliyorsun, niye öğretmiyorsun”  diyerek bilginin ve öğretmenin önemini çağlar ötesinden seslendirmiş. “Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir olur mu” ilahi tebliğinde bilgilenmenin, öğrenmenin ve Hz. Ali’nin “Bana Bir Harf Öğretenin 40 Yıl Kölesi Olurum” sözlerinde öğretmenin önemi en güzel şekilde ifade edilmiş. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal savaşında düşmanla olduğu gibi; Cumhuriyetle birlikte “Ülkemizi dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkartmak”, ...
  • Ramazan Amca’nın Duâsı

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    “Sen kendüye ne sanursan ayruğa da anı san. “      Hacı Bektaş Velî 19 yıl önce... Geçirdiğim kalp rahatsızlığı nedeniyle üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde yatıyorum. Oda arkadaşım Ramazan Amca, 80-85 yaşlarında bir Alzheimer hastası... Refakatçisi olan yakınlarından öğrendiğimiz kadarıyla geçmişte çiftçilik yapan bu amcamız  boylu poslu;  ileri derecede görme rahatsızlığı olduğu için kalın camları olan gözlük takan, konuşmayı seven birisi.  Bizi tanımak istiyor; kendimizi tanıtıyoruz, on dakika sonra aynı şeyleri yine soruyor ve...
  • ADA DOĞURAN GÖL

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Bugün dünyamız ve ülkemiz için en büyük tehlike  kuraklık, kıtlık ve  açlıktır. Bunun için dünyayı istedikleri kalıplara sokan, dünyaya şekil veren kapitalizm düzeninin küresel şirketleri dünya nüfusunun azaltılması gerektiğini savunmaktadırlar. Hatta bu maksatla; laboratuvar kökenli salgın hastalıklar, KULLANDIRTTIKLARI ilaçlar, aşılar, gübreler, böcek ilaçları=zehirler, soğuk, sıcak dünya ve uzay savaşları ile havada, suda, karada, hatta uzayda ekosistem tahriplerini devreye sokmaktadırlar. Elbette ülkemiz de bu olumsuzluklardan fazlasıyla...