logo

Bereketin Felaketi (1)


Prof.Dr. Mehmet ÖZHANLI
mehmetozhanli@sdu.edu.tr

Bu hikâye, 1924 yılında Pisidia Antiokheiası’nda yapılan kazılarda açığa çıkarılmış olan yukarıdaki yazıttan esinlenerek yazılmıştır.

 

Prof. Dr. Mehmet ÖZHANLI

 

Sultan Dağlarının, ovaya uzanan son yükseltisi üzerine kurulmuş olan Antiokheia’nın, Agorasında, stoanın sütunlarına sırtını yaslamış gölgede oturan yaşlılar, kendi aralarında konuşuyorlardı. Hayatında böyle bir sıcaklığı görmediğini belirten önde gelen yaşlının sözünü, şişman göbekli yaşlı kesti “böyle giderse hasat kötü ve birçok ölümler olur” dedi. Aralarında en yaşlı olan, dedesinin buna benzer sıcak bir yazdan bahsettiğini ve o yılın ertesinde büyük bir kuraklık yaşadıklarını ve de birçok insanın açlıktan öldüğünü içini çekerek anlattı…

Tepenin üzerinde batı bakışımlı kurulmuş olan kentte, özellikle öğleden sonraları sıcaktan durmak neredeyse imkânsız olmuştu. Genç kızların sokak başlarında bulunan çeşmelerden sitillerle taşıdıkları su olmasaydı, evlerdeki yaşlıların hayatta kalması daha da zorlaşacaktı. Tarlada, bağda, bahçede çalışmak zorunda olan gençler, hayatlarının en zor hasadını bu yazda yaptılar ve oldukça az ürün elde ettiler. Mevsim ilerleyip ağustos sıcakları yerini hafif serinliğe bıraktığında yaşlılar, derin bir nefes aldılar. Sultan Dağlarında kaynayan çeşmelerin çoğu kurumuş; çobanların sürülerini sulayabileceği su kalmamıştı. Sıcaktan bunalan koyunların birçoğu susuzluktan ve şarbon hastalığından telef oldular. Ekim ayında akşamları biraz serin olsa da sıcaklık, gündüzleri insanları ve hayvanları bunaltmaya devam etti. Tohum ekme zamanı gelmişti, ancak sıcaklık toprağı öyle bir kavurmuştu ki toprağın yüzeyi kül renginde görünmekteydi. Çiftçiler, tohum ekiminin yağmurların ardından toprağın tavlanmasından sonra yapılmasının daha uygun olacağını; şimdi ekerlerse attıkları tohumların karıncalar ve diğer böceklere yem olacağını, kendi aralarında tartışıp durdular. Kentin yaşlıları da aynı fikirdeydi. Yaşlılar, tecrübelerine dayanarak ekim ayının sonunda, kasım ayının başında yağmurların başladığını biliyorlardı. Yaptıkları bu tahmin doğru çıktı. Ekim ayının sonlarına doğru sık esmeye başlayan kaba yel, ayın son üç gününde yağan çok şiddetli yağmurlarla kesildi. Yağmurun ilk yağdığı gün, kentin ahalisi günün tamamını cadde ve sokaklarda yağmurun altında geçirdiler. Üçüncü günün akşam üzerine doğru yağmur biraz azalır gibi oldu, ancak gece yarısından sonra gök gürültüsü ve kenti aydınlatan şimşekler eşliğinde yeniden bardaktan boşalırcasına yağmaya devam etti. Yazın sıcağından bunalmış ve tohumlarını ekememiş olan çiftçiler, ovaya hâkim olan terasta oturup, tarlaları seyrederek yağmur kestiğinde ekecekleri tohumla çok büyük bir ürün elde edeceklerinin mutluluğunu konuşuyorlardı. Yaşlılar arasında ise yağmurun bereketine yapılan şükürler yerini endişeye bırakmıştı. On gündür aralıksız yağmaya devam eden yağmur, bataklığa dönüştürdüğü ovada su altında kalan tarlaların yanına yaklaşmayı bile imkânsızlaştırmıştı. Kasım ayı, düzenli yağan kısa aralıklarla kesilen gök gürültülü yağmurlarla geçti. Ayın son günü kentin agorasındaki çeşmeye su almaya gelen üç kızdan ikisi düşen yıldırımla oracıkta ölmüş diğeri ise yanmış vücudu ve korkudan tutulmuş diliyle iki gün sonra öldü. Yaşanan bu olayı, kentin yaşlıları ve kâhinleri kendilerini, daha da kötü günlerin beklediğinin işareti olarak yorumladılar. Aralık ayı girdiğinde yağmurlar kesilmiş olmasına rağmen güneş yüzünü göstermemiş hava hep bulutluydu. Gözü tarlalarında olan çiftçilerin su altında kalmış ve balçığa dönüşmüş tarlalarına tohum ekmesi imkânsızdı. Aralık ayının onuncu günü, bulutların arasında görünen güneş kırmızı bir ateş topuna benziyordu. Güneş battıktan sonra ortalığı kızıl bir ışık sardı ve karanlık bir türlü çökmedi. Esen kuzey rüzgârıyla sarıya dönen ışık, gece yarısına doğru rüzgârın kesilmesiyle yerini gri bir renge bıraktı. Sabah uyanan insanlar, dağları, ovayı ve kenti örtmüş beyaz karı görünce, şaşkınlık içerisinde yıldırımla ölen kızların gerçekten de kendilerini bekleyen büyük bir felaketin işareti olduğunu telaş içerisinde birbirlerine anlatırlarken çocuklar, karda oynamaya başlamışlardı bile. Gece yarısı kesilen kar neredeyse yarım metreyi bulmuştu. Güneşli soğuk bir güne uyanan insanlar, düz damların üzerini, cadde ve sokakları kardan temizlediler.

Erken bastıran kış yüzünden yaylalarda bulunan çobanlar sürülerini, kente ve köylerine indirmiş ağıllara koymuşlardı. Yağan kar yüzünden dışarı salamadıkları hayvanları yemlemek zorunda kaldılar. Yazın sıcağından dolayı kışlık yemin tedariki yeterince yapılamamıştı. Şimdiden meraların karla kapanması ve hayvanları yemlemeye başlamaları onları kara kara düşündürüyordu.

Sonraki günlerde esmeye başlayan kuzey rüzgârı, yağmış olan karı dondurdu ve kenti buz kesti. Ocak ayının beşinci gününde yeniden başlayan kar, iki gün boyunca aralıksız yağdı. Kentin içerisindeki karın kalınlığı neredeyse bir buçuk metreyi buldu ve sular dondu. Sürekli yakılan sobaların küle çevirdiği odunlar bitmek üzereydi. Hayvanların yemi azalmış ve birçok aile yokluk çekmeye başlamıştı.

Ocak ayı, aralıklarla yağan kar ve arkasından esen kuzey rüzgârıyla geçti. Köylerde açlıktan, soğuktan donarak ölen insanlarla ve karın ağırlığından çöken damların altında kalıp telef olan hayvanlarla ve de köylere inmeye başlayan yabanıl hayvanların yarattığı tehlikelerle ilgili haberler gelmeye başlamıştı. Kentin merkezinde de durum pek farklı değildi. Yaşlı ve çocuk ölümleri artmış ve kent ciddi su sıkıntısı çekiyordu. İçme suyu için kar eritilip kullanılırken; banyo yapmak büyük bir problem olmuştu. Sürekli kalın giyinmek ve temizlenememek yüzünden bitlenen insanlar kaşınıp duruyorlardı. Yakacak bir şeyi kalmamış evlerde sadece öksürük sesleri geliyordu. İki metreyi bulan kar kalınlığında ölen insanları defnetmek artık imkânsızlaşmıştı… (Devamı gelecek)

 

Etiketler: »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • ANTİOKHEİALI YAŞLI KADIN

    25 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Üçüncü cemre düştüğünde, karlar erimeye başlamıştı. Kentin sokaklarında eriyen karların suları, bulanık bir şekilde akmaktaydı. Bir zamanlar düzgün taş döşeli olan sokaklar artık bütün özelliğini kaybetmiş, kanalizasyon sistemi tıkanmış, sular caddenin yüzeyinde sessizce akmaya başlamıştı. Bahar güneşinin sıcaklığı kendini iyice hissettirirken, yaşlı kadın kahvaltısını yapmış, mutfağın penceresinden güneşin ışıklarını izleyerek, derin düşüncelere dalmıştı. On üç yaşında evlenip geldiği bu evde geçirmiş olduğu günlerin hayaline dalmıştı ki, hizm...
  • TANRIYA KARŞI HATA YAPMAYACAKSIN

    16 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Erkenden uyanan Pomponius avludaki çardağın altında oturmuş; yorgun, boş bakışlarla etrafına bakınıyordu. Auxanousa günaydın diyerek gelip karşısındaki sandalyeye oturdu. Pomponius gözünün ucuyla ona bakarak; “bir haftadır senin yüzünden doğru düzgün uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyor ve durmadan sayıklıyorsun.” Auxanousa mahcup bir biçimde başını hafif öne eğerek, her gece aynı rüyayı görüyorum. Oğlumuz Terentius karşımda durup bana bakıyor. Bakıyor dediysem o ela güzel, sevgi dolu gözleriyle değil. Zift gibi bir siyahlıkla dolu göz çukurları...
  • Öğretmen ve Üniversite

    10 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Sümerli eğitmen ve şair Ludingirra, günümüzden 4000 yıl önce “Mademki biliyorsun, niye öğretmiyorsun”  diyerek bilginin ve öğretmenin önemini çağlar ötesinden seslendirmiş. “Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir olur mu” ilahi tebliğinde bilgilenmenin, öğrenmenin ve Hz. Ali’nin “Bana Bir Harf Öğretenin 40 Yıl Kölesi Olurum” sözlerinde öğretmenin önemi en güzel şekilde ifade edilmiş. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal savaşında düşmanla olduğu gibi; Cumhuriyetle birlikte “Ülkemizi dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkartmak”, ...
  • Ramazan Amca’nın Duâsı

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    “Sen kendüye ne sanursan ayruğa da anı san. “      Hacı Bektaş Velî 19 yıl önce... Geçirdiğim kalp rahatsızlığı nedeniyle üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde yatıyorum. Oda arkadaşım Ramazan Amca, 80-85 yaşlarında bir Alzheimer hastası... Refakatçisi olan yakınlarından öğrendiğimiz kadarıyla geçmişte çiftçilik yapan bu amcamız  boylu poslu;  ileri derecede görme rahatsızlığı olduğu için kalın camları olan gözlük takan, konuşmayı seven birisi.  Bizi tanımak istiyor; kendimizi tanıtıyoruz, on dakika sonra aynı şeyleri yine soruyor ve...