logo

ÜNİVERSİTELERDE REFORM DEĞİL, YENİDEN DOĞUŞ


Prof.Dr. Zafer KARAER
ozyalvac@ozyalvac.com.tr

Anadolu; Yunanca “Anatolia” güneşin doğduğu yer, doğu anlamına gelse de, Türkçe anlamı ile daha çok özdeş (müsemma) bir kelimedir. Anadolu’nun gerçekten anası çoktur. Öyle ki, bu topraklarda yaşamış yüzlerce anadan Milattan öncesinde Hatti, Hitit, Frigya, Lidya, İyon, Urartu, Pers, Sümer, Akad, Elam, Babil, Asur ile Milattan sonrasında Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye akla ilk gelen ve iz bırakan analardır. Bu analardan her biri yaşadıkları dönemde ya kendi aralarında ya batıdan Helen, Roma, Bizans, doğudan Mezopotamya, Türk, Arap ve Fars, ya da doğu ve batı medeniyet ve kültürlerinin Anadolu’nun verimli döl yatağında birleşmesiyle dünyanın hiçbir bölgesinde rastlanmayacak medeniyet ve uygarlıklar doğurmuşlardır. Bunlar sadece Anadolu’ya değil dünyaya şekil vermişlerdir, yön vermişlerdir. İnsanlık ve insanlığın ilk yerleşim merkezi burada doğmuştur. Keza kütüphane, halk meclisi, insan hakları beyannamesi, para, yazılı antlaşma, tek tanrılı dinler, tedavi merkezleri, şifahaneler doğan medeniyet ve uygarlıklarla birlikte okullar, üniversiteler de bu coğrafyada doğmuş, gelişip serpilmiş ve buradan dünyaya yayılmışlardır. Tabii ki her doğumda olduğu gibi sancılar olmuştur. Ancak doğumun olduğu yerde yenilenmenin, gençleşmenin ve güzelleşmenin olacağı unutulmamalıdır.

 

Görüldüğü gibi; Anadolu M.Ö. ve M.S 1500’lü yıllara kadar dünyaya bilim ve sanatı öğretmiş, kültür ve uygarlıklar getirmiş. Ancak XVI. Yüz yıldan itibaren, zamanın üniversiteleri medreselerde, birbirini o yüzyıla kadar destekleyen, nakli (ilahi) bilimler ve akli (fen) bilimler, her geçen zaman diliminde, çeşitli çevrelerin menfaatleri uğruna birbirinden ayrıştırılmış, nakli bilimler akli bilimlerin önüne geçmiş, akli bilimlerden uzaklaşılmış, hür ve özgün bilim, fikir ve sanat üretilememiştir. Yine coğrafyamızın ünlü bilim insanı İbn-i Sina, yaşadığı XI. Yüzyılda, sanki o günleri görerek: “Bilim ve Sanat İtibar Görmediği Yeri Terk Eder!” şeklinde ifade ettiği söz dikkate alınmamış, sonunda ihmal edilen, itibar gösterilmeyen bilim ve sanat XVII. yüz yılda bu coğrafyadan kaçmıştır.

 

Bizim coğrafyamızdan kaçan bilim ve sanat, O yüzyıla (XVI.Y.Y.) kadar karanlıklar içinde olan Avrupa’ya Rönesans’la birlikte yerleşmiş, itibar görmüş, bu suretle insan kaybettiği değerini Avrupa’da kazanmaya başlamış ve her şeyin insanlık için olduğu çığırı bilim, fikir ve sanatla açılmıştır. Böylece özgür düşünce, bilim ve sanatın her dalında hakim olmuş, sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağ tekrar kurulmuş ve batı ortaçağın karanlığından kurtulmuş. Bugüne kadar bu anlayış daha ilerilere taşınarak, batı yaklaşık 6 asır aydınlıklar içindedir. Tabii bu arada unutulmamalıdır ki; Rönesans’ın batıda yayılması, aynı zaman dilimi içinde, Martin LUTHER in başlattığı dinde reform hareketiyle bilimin, kilise doğmalarından kurtulmuş olmasıyladır! Böylece batı 14 ve hatta 15 Yüzyıl kalmış olduğu karanlıktan kurtulmuş, buna karşılık bizim coğrafyamız ise 16 yüzyıldır biriktirilen bilim ve kültür hazinesini 400 yılda kötü bir mirasyedi örneği gibi göz göre göre bitirdik… Bu yüzden ülkemiz 400 yıldır karanlıklara gömülmüş halde, bugünlere, 21. Yüz yıla bilim ve kültür fakir, fukarası bir ülke olarak gelinmiştir. Maalesef bugün 2022’de bilim, ilim ve sanatı bizden öğrenmiş, eğitim-öğretimini bu coğrafya eğitim-öğretimini örnek alarak yapılandırmış (Amerika, Avrupa) ülkelerden, bilim, ilim ve eğitim-öğretim dilenir hale gelinmiştir.

 

Peki; Ülkemiz nasıl aydınlık günlere kavuşulabilir? Bilim hazinesi nasıl bilgi ile doldurulur?.. Bunun için bilginin üretildiği, bilim hazinelerinin oluştuğu yerler üniversiteler olduğundan, öncelikle üniversitelerimiz bu günkü yapılanmalarından kurtulmalı. Bunun için üniversite kampüsünden, yerleşkesinden başlamak gerekir. O üniversiteye marka değer kazandıracak, özelliklere sahip olmalıdır. Yolun kenarında çok katlı binalarla üniversite olunmayacağı bilinmelidir. Eğitim ve yurt binalarıyla, peyzajıyla özgün olmalıdır. Tabii ki; ikinci aşamada bina ve fiziki şartlar, teknik donanımı, barındırdığı fakültelere göre, ihtiyaca cevap verecek şekilde, uluslararası, hatta ulusal standartlara uygun olmalıdır. Bugünkü laboratuvarsız veya öğrenci sayısına göre yeterli olmayan ve çağa uygun olmayan laboratuvar donanımlı fen, sağlık bilimleri, mühendislik fakülteleri, hastanesiz tıp, diş hekimliği fakülteleri gibi yerleşke ve bina anlayışıyla; aydınlığa kavuşmamız, çağı yakalamamız kolay değil. Keza yine bugünkü akademik yapılanma anlayışıyla; anabilim dallarında norm kadro dağılımı, ters dönmüş piramit yapısıyla (Eski köklü üniversite fakülteleri anabilim dallarında onlarca profesör, çok daha az sayıda veya hiç, doçent ve az sayıda dr öğretim üyeleri, buna karşılık yakın zamanda kurulmuş üniversite fakültelerinde onlarca dr öğretim üyesi, hiç sayıda profesör ve doçent gibi; eskisiyle yenisiyle her iki üniversitede diploma verilmekte!!Nerede eğitim öğretimde eşitlik ve bir örneklilik!)  ve bilhassa kalite aranmaksızın sadece puana göre yapılan yükseltilme ve atamalarla, yine bilim dışı bazı değerlerin, bilimin önüne geçmesi ile yapılan akademik yapılanmalarla, ülkede aydınlık için daha çok bekleriz.. Bu yapılanmalarla üniversitelerimiz ne çağı yakalamak için bilgi üretebilir, ne de 400 yıl önce kaçan bilim ve sanatı getirebilir!  Demek ki; üniversiteler 400 yıldır bilgi üretiminde, bilim hazinesini oluşturmaktan çok uzak eğitim-öğretim yapmaktadır! Zaten bu durum, üniversitelerimizin son yıllarda yapılan dünya sıralamalarındaki yerlerinden anlaşılmaktadır!

 

Diğer taraftan, umudumuz ve ümidimiz gelecek nesile baktığımızda; bu görüntüdeki üniversitelerimiz de yetişen öğretmenlerimizin yetiştirdiği, üniversite kapısına gelmiş öğrenciler de, PISA verilerine göre; 4 işlem muhakemesinden uzak, okuduğunu anlamayan ve anlatamayan, ayrıca bilişim çağına bağlı olarak; aile kavramlarından, onun sıcak ortamından uzak; telefon ve bilgisayarın soğuk camına mahkum bireyselleşmiş bir nesil!.. Yani ülkeyi aydınlığa götürecek bir gelecek nesilden söz etmek te pek mümkün görünmüyor.

 

Uzun lafın kısası bilginin üretildiği üniversiteler, bir ülkenin gelişmişliği ile doğru orantılıdır. Bunu dünya üniversite sıralamalarında görmek mümkündür. Bu noktada ülkemiz çağı yakalayamamışsa, gelişmekte olan ülkeler arasında ise üniversitelerimiz sorumludur. Ülkenin bugün nesi var nesi yoksa; hukuktan hekimliğe; ekonomiden sanata; sosyal bilinçten, hürriyete; demokrasiden, cumhuriyete; cemaatten cemiyete; ağalıktan aşirete; üretimden tüketime; ihracattan ithalata; iyi ve kötü gidişlerde birinci derecede üniversiteler sorumludur. Elbette siyaset ve iktidar var, ancak onlarında genellikle feyz aldıkları ve yetiştirildikleri yerler üniversitelerdir. Sonuç olarak insana da, siyasete de, fabrikaya da, dolayısı ile ülkeye, dünyaya şekil veren yer üniversitelerdir.  Bu yüzden üniversitelerimizde, bugüne kadar bilinenler, yapılanlar terk edilip, yukarıda vurgulanan esaslar çerçevesinde sil baştan yenilenmeli; bu da reformla değil, yeniden doğuşla mümkündür!..

 

Selam, sevgi ve saygılarımla…

Etiketler: » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • ANTİOKHEİALI YAŞLI KADIN

    25 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Üçüncü cemre düştüğünde, karlar erimeye başlamıştı. Kentin sokaklarında eriyen karların suları, bulanık bir şekilde akmaktaydı. Bir zamanlar düzgün taş döşeli olan sokaklar artık bütün özelliğini kaybetmiş, kanalizasyon sistemi tıkanmış, sular caddenin yüzeyinde sessizce akmaya başlamıştı. Bahar güneşinin sıcaklığı kendini iyice hissettirirken, yaşlı kadın kahvaltısını yapmış, mutfağın penceresinden güneşin ışıklarını izleyerek, derin düşüncelere dalmıştı. On üç yaşında evlenip geldiği bu evde geçirmiş olduğu günlerin hayaline dalmıştı ki, hizm...
  • TANRIYA KARŞI HATA YAPMAYACAKSIN

    16 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Erkenden uyanan Pomponius avludaki çardağın altında oturmuş; yorgun, boş bakışlarla etrafına bakınıyordu. Auxanousa günaydın diyerek gelip karşısındaki sandalyeye oturdu. Pomponius gözünün ucuyla ona bakarak; “bir haftadır senin yüzünden doğru düzgün uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyor ve durmadan sayıklıyorsun.” Auxanousa mahcup bir biçimde başını hafif öne eğerek, her gece aynı rüyayı görüyorum. Oğlumuz Terentius karşımda durup bana bakıyor. Bakıyor dediysem o ela güzel, sevgi dolu gözleriyle değil. Zift gibi bir siyahlıkla dolu göz çukurları...
  • Öğretmen ve Üniversite

    10 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Sümerli eğitmen ve şair Ludingirra, günümüzden 4000 yıl önce “Mademki biliyorsun, niye öğretmiyorsun”  diyerek bilginin ve öğretmenin önemini çağlar ötesinden seslendirmiş. “Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir olur mu” ilahi tebliğinde bilgilenmenin, öğrenmenin ve Hz. Ali’nin “Bana Bir Harf Öğretenin 40 Yıl Kölesi Olurum” sözlerinde öğretmenin önemi en güzel şekilde ifade edilmiş. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal savaşında düşmanla olduğu gibi; Cumhuriyetle birlikte “Ülkemizi dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkartmak”, ...
  • Ramazan Amca’nın Duâsı

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    “Sen kendüye ne sanursan ayruğa da anı san. “      Hacı Bektaş Velî 19 yıl önce... Geçirdiğim kalp rahatsızlığı nedeniyle üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde yatıyorum. Oda arkadaşım Ramazan Amca, 80-85 yaşlarında bir Alzheimer hastası... Refakatçisi olan yakınlarından öğrendiğimiz kadarıyla geçmişte çiftçilik yapan bu amcamız  boylu poslu;  ileri derecede görme rahatsızlığı olduğu için kalın camları olan gözlük takan, konuşmayı seven birisi.  Bizi tanımak istiyor; kendimizi tanıtıyoruz, on dakika sonra aynı şeyleri yine soruyor ve...