• İYİ Parti Yalvaç Mustafa Kodal
  • MHP Hüyüklü Belediye Başkan Adayı Kadir MİNNET

logo

Mevcut seçim sistemi değişmezse, Türkiye istikrarsızlık girdabından çıkamaz


Özgür Kaya
yalvacgazetesi@hotmail.com

16 Nisan 2017 referandumu ile cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi.

Bu sisteme geçiş için çıkarılan uyum yasalarının arasında Milletvekili Seçim Kanunu da bulunmaktaydı.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin dayatmasıyla milletvekili seçimi için getirilen ittifak modeli, yeterince iyi düşünülmeden, tartışılmadan uygulamaya konuluyor.

Önümüzdeki 24 Haziran seçimlerinde, seçmen olarak cumhurbaşkanı için ve milletvekillikleri için oy kullanacağız. Eğer, ilk turda cumhurbaşkanı adaylarından biri % 50+1 oya ulaşamazsa iki hafta sonra, seçimde ilk iki sırayı alan cumhurbaşkanı adaylarından birini seçmek için tekrar sandığa gideceğiz. Güçlü bir cumhurbaşkanlığı konumu için böyle bir seçim sistemi uygundur, buna diyeceğimiz yok.

Ancak, getirilen milletvekili seçim sistemi için aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Getirilen ittifak modeliyle, her partinin seçmeni, kendi partisine oy vererek baraj sorunu yaşamadan milletvekili seçimleri için etki edebilecek bir imkana kavuşmaktadır.

Bu, kötü bir şey mi, hayır, tabii ki seçmenin olabildiğince yüksek oranda temsili, demokrasilerde istenen bir husustur.

Ancak, bu sistemin getirilmesindeki niyetle gelecekte vereceği sonuçları ele aldığınızda yeniden değerlendirme yapmanın gereği ortadadır.

İlk olarak, böyle bir seçim modelini, biliyorsunuz, bizzat Devlet Bahçeli’nin kendisi hazırladı ve Ak Parti’ye ittifak koşulu olarak dayattı. Zira, baraj sorunu yaşadığını bildiğimiz MHP’nin bu sorunu aşmak için böyle bir modeli istemiş olduğu açıktır. MHP’li seçmenin Ak Parti listeleri içinde yapılacak bir ittifakta oy vermekten kaçınacağını düşünerek, MHP’yi  ittifak çatısı altında oy pusulasına koymak da ikinci nedendi.

Böyle bir modelden, doğal olarak, muhalefet de yararlanacaktı tabii ki ve öyle de oldu.

Türkiye’nin sosyal ve siyasal yapısını dikkate aldığımızda, oluşan bu ikili ittifak yapısının, kutuplaşmanın da etkisiyle sürüp gideceğini hepimiz görüyoruz.

Böyle bir hükümet sistemi ve seçim sistemi düzeni kurgulanırken, Ak Parti ve MHP’nin oylarının % 60’ın altına düşmeyeceği ve HDP’nin de baraj altı kalacağı hesaplarıyla plan yapıldığı için, sürekli bir istikrar ve güçlü bir yürütme oluşacağı düşünülmüştü. Hatta, artık koalisyonlar dönemi bitecek denmişti.

Geldiğimiz noktada görüyoruz ki, tersine mecburi koalisyonlar dönemine geri döndük. Düzenlemeyi yapan iradenin (Ak Parti-MHP) dahi bir koalisyon olması bunun göstergesi değil midir? Karşısında da CHP-İyi Parti-Saadet-DP ittifakı, mecburi bir koalisyon değil midir?

Getirilen sistem, bu tür işbirliklerini zorunlu kılmaktadır…

Peki, böyle işbirlikleri Türkiye’de siyasal ve sosyal anlamda, partileri ve siyasal grupları birbirine yakınlaştırıp, hoşgörü ve barış ortamını arttırmayacak mıdır? Evet, arttıracaktır, bunda da sıkıntı yok.

Sistemin sıkıntılı noktası şudur, sevgili okuyucular:

Yüzde 45-50 civarı bir Ak Parti-MHP bloğunun karşısında, % 40-45 oy potansiyeli olan Millet İttifakı, meclis çoğunluğunun elde edilmesi, mecliste karar alınabilmesi, mecliste reform yapılabilmesi gibi önemli hususlarda; ister istemez HDP’ye muhtaç olacaktır.

Başka bir seçimde de farklı ittifaklar oluşsa da, mecliste her zaman kilit parti (baraja takılmaması durumunda) HDP olacaktır.

HDP’nin kilit olması, ülke için çok mu kötü bir şeydir? Böyle bir iddiam yok, ama Türkiye’de sürekli tartışma yaratacak ve istikrar sıkıntısı yaratacak bir husus olacağına eminim.

Bakınız, seçim sistemleri, demokrasi ve yönetim olguları için iki önemli ilke vardır: İlki, yönetimde istikrar; ikincisi de temsilde adalettir. Bu iki birbiriyle çelişen unsuru, ülke için en doğru formülde birleştiren seçim sistemi, ülke için en uygun sistemdir.

1982 Anayasasıyla getirilen % 10 ülke barajlı d’Hondt sistemi, türlü sıkıntılarına rağmen, ülkemiz için istikrar oluşturmuş bir sistemdir. 12 Eylül sonrası yapılan 1983, 1987, 2002, 2007, 2011 ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde Türkiye tek parti iktidarı sonucuna ulaşmış; 1991, 1995, 1999 ve 7 Haziran 2015’te ise koalisyon kurulması gerektiren seçim sonuçlarıyla karşılaşmıştır.

Bu seçim sisteminin bize gösterdiği şudur: Vatandaşı ikna edecek bir partiye, seçmen tek başına iktidarı verebilmektedir.

Getirilen sistemde ise, aynen cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, mecliste çoğunluğu alacak partinin % 50’nin altına inmemesi gerekmektedir. Aksi durumda, cumhurbaşkanının mensup olduğu partinin mecliste çoğunluğu elde etmesi mümkün değildir.

Bakın, 16 Nisan 2017 seçim sonuçlarını analiziyle ulaştığımız sonuç şudur: Seçimde Evet cephesi % 51,5 civarında oy alırken; Hayır cephesi % 48,5 civarında oy almıştır. Bu oyları il il değerlendirdiğimizde, bugün Cumhur İttifakı olarak değerlendirebileceğimiz Evet cephesinin çıkarabileceği milletvekili sayısı 300 (+/- 5) dolayındadır. Yani, Cumhur İttifakı, önümüzdeki milletvekili seçimlerinde aynı oyu alırsa, meclis çoğunluğunu ya alamayacak ya da çok kritik bir sayıyla alabilecektir.

Yani, Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı dahi seçilse, mecliste Ak Parti ve MHP’nin milletvekili sayısı yetersiz olabilecektir.

Aynı durum, tersi için de geçerlidir. Seçimden Muharrem İnce Cumhurbaşkanı olarak çıksa bile, meclis çoğunluğu Millet İttifakı’nın elinde olmayabilecektir.

İki durumda da, meclisin en kritik gücünün HDP olacağı aşikarken, bu sistemin Türkiye’yi nasıl bir açmaza sokacağını görmek için müneccim olmaya gerek yok.

Bu durum, sadece bu seçim için değil, bu sistemin uygulandığı her seçim için geçerli olacaktır.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, cumhurbaşkanlığı seçimiyle milletvekili seçimi arasındaki bu uyumsuzluk, Türkiye için sürekli istikrarsızlık üretecek bir modeldir.

Cumhurbaşkanlığı seçim sistemiyle uyumlu milletvekili seçim sistemi, “Dar bölge çoğunluk sistemine dayalı iki turlu” seçim sistemidir. Yani, Türkiye’nin 600 seçim bölgesine ayrılması ve milletvekili seçiminin tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçim sisteminde olduğu gibi en az % 50+1 oyla seçilecek şekilde düzenlenmesi gerekir. Ve burada, cumhurbaşkanlığı için kullanılan oyla milletvekilliği için kullanılan oyun tek olması gerekir. Dolayısıyla, her partinin genel başkanının da doğal olarak cumhurbaşkanı adayı olması gerekir.

Eğer, sistemi böyle uygularsanız, doğal olarak cumhurbaşkanı ve mensubu olduğu parti, 5 yıl boyunca istikrarlı bir şekilde ülkeyi yönetme şansını elde edecektir.

Eğer, sistemi buna dönüştürmezseniz, mevcut haliyle, her seçim sonucunda HDP’ye mahkum bir yürütme ve meclis yapısı oluşması kaçınılmazdır. Bu da Türkiye için sürekli bir istikrarsızlık demektir. HDP’yle işbirliği yapmak istemeyen hükümet ve parti/ler, yeniden seçim baskısına maruz kalacak; işbirliği yapan veya yapmak durumunda kalan hükümet ve parti/ler, bundan kaynaklanan eleştiri ve yıpranmayla karşı karşıya kalacaktır.

Bakın, bu cümlemi bir yere not edin: 24 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye kısa süre içerisinde yeniden seçime, hatta seçimlere gidebilir. Umarım, ben yanılırım, ama böyle bir risk bu seçimde ve bu sistemde yapılacak her seçimde olacaktır.

Peki, sen ne öneriyorsun, diyecek olursanız; benim önerim, muhalefetin de önerdiği gibi, en kısa sürede parlamenter sisteme geri dönülmesidir.

İkinci olarak, cumhurbaşkanını halkın seçtiği modelin de kaldırılması, hatta cumhurbaşkanlığının kaldırılmasıdır.

Üçüncü önerim de, iki parlamentolu bir yasama yapısına geçilmesidir. 1980 öncesi uygulanan senatonun yeniden hayata geçirilmesi, senato seçimleri için baraj uygulanmaması, meclis için ise % 10 ülke barajlı d’Hondt sisteminin uygulanmaya devam etmesidir.

Doğru sistem için farklı alternatifler de tartışılabilir; ancak benim kanaatim şudur ki, Türkiye için en uygun olmayan sistem, şu anda uygulanmaya çalışılan seçim sistemidir.

Seçimi kazanacak cumhurbaşkanı ve meclisin ilk işi bu tutarsız düzenin yeniden ele alınarak bir sonraki seçime mutlaka değiştirilmesidir.

Siyasal hayatta ve devlet yönetiminde yaşanacak istikrarsızlığın, zaten çok sıkıntılı olan ekonomide ve dış politikada yaratacağı sorunları anlatmak bile istemem, ülkemiz için sonuçları çok hayati olacaktır.

Yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle…

Etiketler: » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • Öğretmen ve Üniversite

    10 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Sümerli eğitmen ve şair Ludingirra, günümüzden 4000 yıl önce “Mademki biliyorsun, niye öğretmiyorsun”  diyerek bilginin ve öğretmenin önemini çağlar ötesinden seslendirmiş. “Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir olur mu” ilahi tebliğinde bilgilenmenin, öğrenmenin ve Hz. Ali’nin “Bana Bir Harf Öğretenin 40 Yıl Kölesi Olurum” sözlerinde öğretmenin önemi en güzel şekilde ifade edilmiş. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal savaşında düşmanla olduğu gibi; Cumhuriyetle birlikte “Ülkemizi dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkartmak”, ...
  • Ramazan Amca’nın Duâsı

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    “Sen kendüye ne sanursan ayruğa da anı san. “      Hacı Bektaş Velî 19 yıl önce... Geçirdiğim kalp rahatsızlığı nedeniyle üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde yatıyorum. Oda arkadaşım Ramazan Amca, 80-85 yaşlarında bir Alzheimer hastası... Refakatçisi olan yakınlarından öğrendiğimiz kadarıyla geçmişte çiftçilik yapan bu amcamız  boylu poslu;  ileri derecede görme rahatsızlığı olduğu için kalın camları olan gözlük takan, konuşmayı seven birisi.  Bizi tanımak istiyor; kendimizi tanıtıyoruz, on dakika sonra aynı şeyleri yine soruyor ve...
  • ADA DOĞURAN GÖL

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Bugün dünyamız ve ülkemiz için en büyük tehlike  kuraklık, kıtlık ve  açlıktır. Bunun için dünyayı istedikleri kalıplara sokan, dünyaya şekil veren kapitalizm düzeninin küresel şirketleri dünya nüfusunun azaltılması gerektiğini savunmaktadırlar. Hatta bu maksatla; laboratuvar kökenli salgın hastalıklar, KULLANDIRTTIKLARI ilaçlar, aşılar, gübreler, böcek ilaçları=zehirler, soğuk, sıcak dünya ve uzay savaşları ile havada, suda, karada, hatta uzayda ekosistem tahriplerini devreye sokmaktadırlar. Elbette ülkemiz de bu olumsuzluklardan fazlasıyla...
  • Prof.Dr. Zafer Karaer yazdı: “İYİLİK GÜNÜ MÜ?..”

    16 Kasım 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Geçmişi 1996 yılına kadar giden, ancak son birkaç yıldır gündemde yer bulan, gerçi yeterince bulduğu tartışılan, 13 Kasım “Dünya İyilik Günü”; benim için oldukça önemli. Çünkü dünyada yerleşik düzene geçildiği 12 bin yıllık insanlık tarihinde,  gerek savaşlar, gerek kötülükler sayesinde, her geçen gün iyilik kelimesi hızla değer kaybetmekte, hatta anlamını kavrayamayan büyük çoğunluk ellerinden gelse; iyilik kelimesini sözlüklerden, tedavülden, ortadan kaldıracaklar. Tabii ki; ülkemizde de aynı tutum ve davranışlar neticesinde özellikle 1...