logo

EKONOMİK FAKTÖRLER ve SİYASİ DAVRANIŞ

Dr.Öğr.Üyesi Bülent ÖZGÜL

Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Yalvaç Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi

 

Son birkaç yıldır yaşanan ekonomik sıkıntıların son günlerde krize dönüşmesiyle siyasetin, sosyal hayatın ve ekonomi dünyasının ana gündem maddesi ekonomi olurken, bunun siyasi hayata da ciddi bir yansıması söz konusudur. Siyasi gündem  ve tartışmaların ana gündemini  ekonomi  oluştururken, Türkiye’nin siyasi tarihi bakımından önemli gelişmelerin  yaşandığı günlerin içerisinden geçtiğimizi de birçok kişi  yakından hissediyor.

Peki, ekonomik faktörler, seçmenlerin siyasi davranışlarında ne kadar etkili?

Rahmetli Cumhurbaşkanımız, hemşehrimiz Süleyman Demirel’in meşhur sözünde olduğu  gibi, “Boş tencerenin yıkamayacağı hükümet yok” mudur?

Bu ve  buna benzer soruların cevaplarını, Ekonomik Faktörler ve Siyasi  Davranış isimli bu çalışmamızda bilimsel  bir yaklaşımla vermeye çalışacağız.

İyi  okumalar…

 

GİRİŞ

Seçmen davranışlarında ekonomik faktörlerin etkileri, birçok araştırmada ele alınan bir olgudur. Bireylerin siyasi hayatla ilgili birçok kararı almalarında, içinde yaşadıkları toplumun ekonomik sistemi, gelir düzeyleri, ekonomik büyüme ya da kriz durumları faktörlerinden büyük ölçüde etkilendikleri görülmektedir. Bundan dolayıdır ki, bireylerin siyasi partilerden talepleri içerisinde en ön sırayı ekonomik talepleri almaktadır. Ekonomik faktörlerin siyasi parti yandaşlarının siyasi liderlik beklentilerine etkisi konusunda, diğer sosyo-ekonomik faktörlerle birlikte bir etkileşimin daha belirleyici olduğu görülmektedir. Zira, liderlik türlerine bakıldığında, bir liderin otoriter, demokratik ya da karizmatik olmasında öne çıkan hususlar, seçmenlere yönelik iletişimiyle ilgili olup, ekonomik faktörlerin liderlik beklentisine etkisinin daha çok dolaylı olması beklenmelidir.

Bireyin içinde bulunduğu ekonomik durum, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum, bireyin beklentileri ile mevcut ekonomik durumu arasında algıladığı farklılık gibi konuların siyasi tercihleri üzerindeki etkileri, diğer faktörlerin de az ya da çok etkileriyle birlikte somutlaşmaktadır.  Seçmenlerin liderlik beklentilerinin ekonomik faktörlerden doğrudan etkilenmesi, genellikle ekonomide sıkıntılı dönemlerin yaşanmasında görülebilen durumlardır. Örneğin, ağır ekonomik krizlerin yaşandığı dönemlerde, bireylerin otoriter ya da dönüşümcü liderlik beklentilerinin artması beklenen bir durumdur. Böyle bir durumda, demokratik liderlik beklentisinin çok yüksek olmayacağı tahmin edilebilir. Ekonominin iyi gittiği durumlarda, bireylerin liderlik beklentilerinin ekonomik faktörlerden etkilenmesinin azalması beklenen bir durumdur.

Liderlerin ekonomiyle ilgili bilgi düzeyi, görüşleri ve vaatleri de, tek başına etkileyici bir faktör olmaktan ziyade, koşullar ölçeğinde etkili olabilecek faktörlerdir. Ekonomik koşulların olumlu olarak algılandığı durumlarda, bu faktörlerin etkisi azalırken, ekonomik koşulların olumsuz olduğu ya da olumsuz olarak algılandığı durumlarda liderlerin bu özellikleri önemli bir faktör haline gelebilecektir. İki durumda da önemli olan, liderin özelliğinden ziyade, bireyin içinde bulunduğunu algıladığı ekonomik koşullar daha etkili olacaktır. Bu durum, çalışma bakımından önemli bir husustur. Çalışmada, seçmen davranışında ekonominin etkileri üzerinde duran yaklaşımlar aktarıldıktan sonra, gelir düzeyinin ve mesleğin bireylerin siyasi davranış biçimlerine etkisi ele alınacak, kriz dönemlerinde siyasi tercih ve liderlik beklentilerinin nasıl şekillendiği değerlendirilecektir.

 

1. Ekonomik Göstergeler ile Seçmen Davranışı Arasındaki İlişki

Seçmenlerin hangi partiye oy verecekleri konusunda karar verme sürecinde iktidar partisinin performansının değerlendirilmesi, siyasi sistem ile ekonomik sistem arasındaki ilişkileri ortaya koymaktadır. Seçmenler, iktidar partisinin performansını değerlendirirken veya tercihlerini en iyi yansıtan otoriteyi göreve getirmek amacıyla oy kullanırken, partinin iktidar süresince izlediği politikaların ekonomik sonuçlarını da dikkate almaktadırlar. Seçmen tercihleri ile politik partilerin davranışları arasındaki söz konusu ilişki, ekonomik politikaların siyasi boyutunu oluşturmaktadır. Siyasi partiler, varlık nedenleri olan iktidara gelme veya iktidarda kalma amaçlarına ulaşabilmek için, izledikleri ekonomik politikaların seçmenlerin oy verme kararları üzerindeki etkisini dikkate almak durumundadır. İzlenen ekonomik politikaların yalnızca ekonomik sonuçları ile ilgilenen makroekonomik politika çalışmalarında, siyasi faktörlerin dışsal olarak kabul edildiği görülmektedir (Telatar, 1998: 37).

Genel bir değerlendirmeyle, gelir düzeyinin bireylerin oy verme davranışı üzerindeki etkisi ilk bakışta basit ve doğrusal bir ilişkiymiş gibi görünmektedir. Ekonomik bakış açısıyla, oy verme, mükafatlandırma veya cezalandırmayı amaçlayan beğenme veya öfkenin bir ifadesidir. Ekonomik çıkarı peşinde koşan insanlar, ekonomik durumları iyiye gittiğinde hükümeti mükafatlandıracaklar, kötüye gittiğinde de onu cezalandıracaklardır. Seçmen davranışında ekonomik faktörlerin etkisi konusunda yapılan çok sayıda araştırma, bu ilişkinin göründüğü kadar basit ve her durumda geçerli olmadığını ortaya koymaktadır. Ekonomik faktörlerin oy verme üzerinde hemen hiçbir rolü olmadığını ileri süren araştırmalardan, onun oy verme davranışını belirleyen en önemli değişken olduğunu savunan ve bu iki uç arasında ekonomik faktörlere değişik derecelerde önem veren her biri oldukça tutarlı ve bilimsel yöntemlere dayalı pek çok araştırmanın birbiriyle çelişen bulguları, en azından bu konunun ne kadar çok boyutlu ve karmaşık olduğunun çarpıcı bir göstergesidir (Sitembölükbaşı, 2001: 7-8).

İşsizlik oranı, enflasyon oranı ve reel artış oranı, büyüme oranları gibi temel göstergeler, ideolojik eğilimler ile birlikte iktidara ilişkin seçmen performansının oluşumunda etkili olurlar. Söz konusu faktörler, cari dönemdeki hükümetin tutumu üzerinde önemli ölçüde etkili olur.

Siyaset ve ekonominin karşılıklı etkileşimi şeklinde ifade edilebilecek bu durum aşağıdaki gibi ifade edilebilir:

Yukarıdaki şemada görüldüğü gibi, hükümetler ekonomi politikalarını sadece ideolojik yaklaşımlarla değil, bunun yanında iktidar süresinin daha da uzatılması kaygılarıyla da oluşturabilmektedirler. Doğal olarak siyaset-ekonomi sisteminin oluşumunda seçmen ve iktidarların karşılıklı etkileşimleri belirleyici olmaktadır. Burada, ekonomi ile seçmen davranışı arasındaki ilişkileri inceleyen temel yaklaşımlar aktarılarak bu ilişkinin teorik çerçevesi oluşturulmaya çalışılacaktır.

Çinko’nun yaptığı çalışmada seçmen davranışları ile ekonomik performans arasındaki ilişkiler üç yaklaşım bağlamında incelenmiştir: Sorumluluk Hipotezi Yaklaşımı, Müvekkil Hipotezi Yaklaşımı, Temel Hedef Hipotezi Yaklaşımı (Çinko, 2006: 106-111). Sorumluluk hipotezine göre, bireyler piyasada oluşan ekonomik koşullara ilişkin sorumluluğu siyasal iktidarlara yüklerler. Bu açıdan bakıldığında, siyasi iktidarlar işsizlik ve enflasyon oranları yüksek düzeylerde seyrediyorsa cezayı, düşük düzeylerde seyrediyorsa ödülü hak ederler. Siyasi iktidarların makro ekonomik performanslarından dolayı “oy kaybı” ya da “oy kazancı” durumları ile karşılaşacağı, seçimler ile makro ekonomik performans arasındaki ilişkileri analiz eden çalışmaların önemli bir bölümünün ileri sürdüğü genel bir görüştür (Çinko, 2006: 106).

Bu konu içinde farklı bir yaklaşım Bloom ve Price tarafından geliştirilmiştir. Yazarların ABD bazında yaptıkları seçmen davranışlarını analiz eden çalışmalarına göre, siyasi iktidarlar seçmenler tarafından zayıf ekonomik performanstan dolayı cezalandırılırken, ekonomik refah artışından dolayı ödüllendirilmezler. Çünkü makro ekonomik göstergelerde bir bozulma söz konusu olduğunda ekonominin kamuoyu gündemindeki önemi artarken, tersi durumda popülaritesi azalmaya başlar ve seçmen davranışlarının tercihlerinde diğer belirleyici değişkenler ön plana çıkar (Bloom ve Price, 1975: 1244).

Sorumluluk hipotezini savunanlar yaptıkları çalışmalarla seçmenlerin sağ ve sol parti ayrımına gitmediğini ispatlamaya çalışmışlardır. Bu hipotezin savunucularına göre, büyüme ve özellikle ılımlı düzeylerde seyreden enflasyon oranları, seçmenlerin cari iktidara ilişkin desteklerini belirlerken ilk planda düşündükleri en önemli değişkendir. Mevcut iktidara desteğin azalmaması, ekonomideki büyüme artışının enflasyona yol açmadan gerçekleşmesine bağlıdır. Enflasyonist eğilimleri tetikleyen milli gelir artışı, muhalefet partilerinin etkinliğini ve şansını arttırır (Çinko, 2006: 107).

Kramer konuyla ilgili yaptığı çalışmada, ekonomik koşulların seçimlerdeki oy yüzdesi üzerindeki etkileri sayısal olarak ortaya koymuştur. Şöyle ki, diğer koşullar eşit kabul edildiğinde, kişi başına düşen reel gelirin % 10 düzeyinde bir azalma olduğunda, iktidar partisinin % 4 ya da % 5 oranında bir oy kaybına uğrayacağı iddia edilmiştir. Kramer’in çalışmasının en önemli özelliği, oylama sürecinde bireysel çıkarların önemine yaptığı vurgudur. Çalışmada kişi başına düşen reel gelirde oylama sürecinde temel belirleyici değişken olarak ele alınması, oylama sürecinde kişisel gelirin önemini ortaya koymaktadır. Daha net bir şekilde ifade etmek gerekirse,  bireyler oylama sürecinde, sadece genel makro ekonomik koşulları değil, kendi gelir düzeylerindeki değişiklikleri de göz önüne alırlar (Kramer, 1971: 132).

Sorumluluk hipotezi savunucularına göre, enflasyon, işsizlik, büyüme rakamları gibi farklı göstergelerden, farklı koşullarda hangisinin belirleyiciliği ön planda olursa olsun, önemli olan hususun, ekonomik performansın seçmenlerin oy verme sürecinde en önemli faktör olduğu görüşüdür.

Bu yaklaşım içinde, önemli bir ayrım da seçmenlerin kendi kişisel ekonomik durumları ya da genel ekonomik duruma bakarak karar verdikleri üzerinedir. Bu yaklaşımı geliştiren Markus’a göre, seçmenler ya kişisel çıkara göre ya da ulusal ekonomik çıkar güdüsü ile hareket etmektedir. Seçmen davranışında kişisel çıkar eğiliminin etkili olduğunu iddia eden görüşün taraftarları, seçmenleri “cüzdan seçmenleri” şeklinde isimlendirmektedir. Bu görüşe göre, seçmenlerin siyasi iktidara ya da taraftarı oldukları partiye ilişkin desteklerini, bireysel ekonomik durumlarındaki olumlu gelişme belirler. Buna karşın, diğer görüşe göre ise, seçmenlerin tercihlerinin kişisel çıkarlar yerine, ulusal ekonomik durum konusundaki değerlendirmeleri tarafından belirlendiği savunulur (Markus, 1988: 154). Burada, iki eğilimden hangisinin daha güçlü tezahür ettiğini belirleme imkanı kısıtlıdır. Bu eğilimi tespit eden siyasi partilerin ve liderlerinin, kendi ekonomi politikalarına yön vermede, bu eğilime göre hareket ettikleri görülebilmektedir. Eğer, seçmen büyük çoğunluğu “cüzdan seçmeni” ise, iktidarlar seçim öncesi dönemlere özgü  ekonomi politikaları uygulama yolunu seçmektedir.

Swank tarafından geliştirilen Müvekkil Hipotezi Yaklaşımı’na göre, partilerin iktidarda olup olmamasına bağlı olmaksızın, yüksek işsizlik oranları sol partilerin; yüksek enflasyon oranları ise sağ partilerin popülaritesini arttırır (Swank, 1993: 56). Benzer bir bulguyu, ABD’nin İkinci Dünya Savaşından sonraki verilerini test eden Verstyuk da elde etmiştir. Yazara göre, seçmenlerin oy verme davranışlarını belirleyen temel faktör, enflasyon ve işsizlik sorunlarına ilişkin beklentilerdir. Yüksek enflasyon beklentileri sağ partilerin, yüksek işsizlik beklentisi ise sol partilerin göreli olarak daha fazla desteklenmesine yol açar. Bu çalışmada elde edilen bulgular, yazarın kendi ifadesi ile çok önemli bir sonucu gündeme getirmektedir. (Devamı var)

Etiketler: » » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.