logo

26 Aralık 2021

EKONOMİK FAKTÖRLER ve SİYASİ DAVRANIŞ-5

Dr.Öğr.Üyesi Bülent ÖZGÜL

Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Yalvaç Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi

(Geçen haftadan  devam)

Sitembölükbaşı’na göre, ekonomik düzeyle ilgili subjektif algılamaların oluşmasında üç önemli etken olduğu ileri sürülebilir: Medya, iktidar ve muhalefet partilerinin propagandacıları ve seçmenlerin parti bağlarının derecesi (Sitembölükbaşı, 2001: 15). Medya, ekonomideki gelişmelerin siyasi imalarını yorumlamak suretiyle halka bilgi aktarılmasına yardımcı olur. Ayrıca hükümetin icraatlarının belli yönleri üzerinde durarak, seçmenlerin gündemine gelecek konuları ve o konuların algılanma biçimini belirler. İkinci hususta, iktidardaki yöneticiler, kendi politikalarını şekillendirip uygularlarken vatandaşların ekonomik çıkarlarını geliştirmek veya onlara zarar vermek suretiyle seçmenlerin onların icraatlarını algılamalarına olumlu veya olumsuz etkide bulunurlar. Muhalif politikacılar da halkın dikkatini iktidardaki yöneticilerin politikalarına ve onun olumsuz yönlerine çekmeye çalışırlar. Bireyin ekonomik şartlar hakkındaki sübjektif algılamalarını etkileyen bu faktörler, seçmenlerin ekonomi deneyimleri ve siyasi değerlendirmeleri arasında bağ kurmalarına, kendi çıkarları ve görüşler doğrultusunda etkide bulunurlar. Sitembölükbaşı’na göre, siyasi tercihlerin belirlenmesinde ekonomini etkisine tesir eden üçüncü faktör, parti bağlılığı veya partiyle özdeşleşme, bir başka deyimle partizanlıktır. Buna göre, partizan özellikli seçmenler, kendilerine gelen her türlü bilginin içinde ekonomiyle ilgili bilgileri de partizan yönleriyle ayıklayarak değerlendirmektedirler. İktidar partisinin partizanları, ekonomik performansın hep olumlu yönlerini ele alırken; muhalif partilerin partizanları da hep olumsuz yönler üzerinden algılamalarına şekil vermektedir (Sitembölükbaşı, 2001: 15).

Seçmenlerin alt, orta ya da üst gelir düzeylerinde olmalarının, onların siyasi tercihlerine nasıl yansıdığı konusu da biraz tartışmalıdır. Diğer şartlar sabit kaldığında, gelir düzeyinin siyasi parti tercihlerine etki ettiği varsayılmaktadır. Gelir düzeyinin etkisi makro ekonomik performansın yanı sıra, yandaşların diğer sosyoekonomik özellikleriyle beraber ele alındığında ise farklı sonuçlara ulaşılabilmektedir.

Şentürk’e göre, sosyal ve ekonomik konumları yüksek olan kişilerin oluşturdukları üst tabakalar ile bu açılardan düşük durumlarda olan alt tabakaların toplumsal normlara uyma tutumları güçlü değildir. Buna karşılık orta düzeyde yer alanlar toplumsal normlara daha sıkı bağlılık gösterirler. Bu sebeple de orta düzeyde yer alan seçmenler, daha çok merkezi partileri tercih ederler. Çünkü bu partiler aynı zamanda genelde kabul görmüş partilerdir. Buna karşılık alt ve üst düzeyde yer alan kişilerin marjinal, ideolojik partilere destek olma eğilimleri, orta düzeydekilere göre daha fazladır (Şentürk, 2008: 182).

Genelde toplumlarda çoğunluk orta düzeydedir ve alt ve üst düzeydekiler daha küçük gruplardır. Alt düzeydekiler, kaybedecek bir şeyleri olmadığını düşündükleri için uçlara kayabilirken, üst düzeydekiler de sahip oldukları koşullar nedeniyle daha uç partileri tercih edebilirler. Üst grupların konumlarına yönelik bir tehdidin alenileşmesi durumunda, bu düzeydeki seçmenler dayanışma içinde olabilmektedirler. Buna karşılık alt gruplar da kabul edilme umudunu taşıdıklarında benzer biçimde kararlı ve dayanışma içinde olabilmektedirler. Şentürk’e göre korku ve umut, kitleleri harekete geçirebilecek, bireyleri motive edebilecek unsurlardır. Ona göre, umut, korkuya göre daha etkili bir unsurdur (Şentürk, 2008: 182-183).

Alt, orta ya da üst gelir düzeyi grubunda yer almanın doğrudan siyasi tercihlere etkisi de tartışmalı bir konudur. Sitembölükbaşı’na göre, hemen hemen bütün sanayileşmiş ülkelerde yapılan araştırmalar, çiftçiler ve işçiler gibi alt gelir sınıfında bulunan meslek gruplarının sol partilere işveren, yönetici gibi üst gelir grubunda yer alan kimselerin ise daha çok sağ partilere oy verdiğini göstermektedir. Sanayileşmiş ülkelerde sağ partiler mevcut düzeni koruyan, sol partiler ise düzende daha köklü değişiklikler öneren ve toplumsal kesimlerin sorunlarına daha çok sahip çıkan partiler olarak tanımlanırlar. Bu yüzden bu yönelişler, bireysel çıkarların seçmen davranışı üzerinde önemli bir rol oynadığı yolundaki varsayımın, en azından sanayileşmiş ülkelerde geçerli olduğunu ortaya koymaktadır (Sitembölükbaşı, 2001: 18).

Bu noktada, seçmenin mevcut gelir düzeyi tek başına okunmamalı, onun ne yönde değişim gösterdiğine de bakılmalıdır: Önceki konumuna göre daha iyi durumda olan seçmenin hakim düzenle çatışması ihtimali daha düşüktür. Oysa mevcut durumundan geri düşenlerin mevcut düzene ve sorumlu gördüğü siyasilere tepkisi daha yüksek olur. Hoffer’in belirttiği gibi, geleceğe karşı duyulan korku, insanların şimdiki düzene sarılmasına; geleceğe ait beslenen ümit ise insanların değişime karşı istekli olmasına sebep olur (Hoffer, 1993: 29).

Şentürk’e göre de, seçmenin kendisini ekonomik olarak nasıl algıladığı önemlidir. Çünkü orta gelir düzeyindeki kişiler, bu konumlarını koruma gayreti içinde olurlar. Kişi gerçekte dar gelirli ise de kendini orta gelir düzeyinde görüyorsa, bu durumda mevcut konumunu riske atmamaya önem verecek, bu yöndeki partilere destek verecektir. Yine Şentürk’e göre, orta gelir düzeyindeki kişilerin siyasi tercihleri değişkendir. Çünkü homojen bir orta gelir grubu yoktur. Orta ve büyük ölçekli esnaf ve zanaatkardan, serbest meslek sahiplerinden, küçük ve orta ölçekli ticaret sahiplerinden, akademisyenlerden, kamu görevlileri ve bürokratlardan, sayıları ve çeşitleri gün geçtikçe artan profesyonel meslek gruplarından, yöneticilerden ve beyaz yakalı çalışanlardan oluşan çok geniş yelpazeli bir orta sınıf bulunmaktadır (Şentürk, 2008: 116-117).

Açık Toplum Enstitüsü ve Boğaziçi Üniversitesi’nin Türkiye’deki orta sınıfı tanımlamaya yönelik yaptığı araştırmada, toplumun % 58,3’ünün kendisini orta sınıfta, % 24,8’inin ortanın biraz altında, % 8’inin ortanın biraz üstünde, % 7,8’inin en altta, % 0,2’sinin ise kendisini toplumun en üst seviyesinde gördüğü tespit edilmiş. Buna göre, kişiler toplumdaki yerlerini değerlendirirken Türkiye ekonomisine göre değil, alt ve üst komşularına bakarak karşılaştırmaktadır. Aynı araştırmanın “Türkiye’de Orta Sınıfı Tanımlamak” başlıklı bölümünde, Türkiye’deki orta sınıf üçe ayrılmıştır:

1- Ekonomik açıdan düşük gelirli ancak orta hızla yükselen geleneksel sağ görüşlüler,

2- Yüksek gelire sahip, modern, AB’ye ve küreselleşmeye karşı geleneksel solcular,

3- Orta gelir grubuna giren ama refah düzeyi hızla yükselen, kendini dindar olarak tanımlayan, aynı zamanda laiklik konusunda da hassasiyete sahip modern sağcılar (Yılmaz, 2012: 15).

Dünya genelinde alt gelir gruplarındaki seçmenlerin sol partilere, orta ve üst gelir gruplarındaki seçmenlerin daha çok sağ partilere yöneldiği olgusu karşısında, Türkiye’deki durumun ne olduğuna da bakmak gerekir. Sitembölükbaşı’na göre, bu konuda Batı’yla karşılaştırma yapabilmek için sağ ve sol kavramlarının Türkiye’de kullanılan geleneksel anlamında değil, Batı’da olduğu gibi, yerleşik kurulu düzeni ve onun politikalarını benimseme (sağ) ve yerleşik düzene karşı çıkma (sol) manasında kullanmak gerektiğini ileri sürer (Sitembölükbaşı, 2001: 18-19).

Diğer yandan, DP’nin program bakımından CHP’den çok fazla farkı olmamakla birlikte daha liberal bir yaklaşıma sahip olduğunu belirten Sitembölükbaşı, DP’nin CHP’ye göre daha fazla değişim yanlısı olmakla birlikte CHP kadar mevcut düzene sahip çıkan görüntüsüyle siyasi yelpazede solda bir parti olmadığını, sadece sağın biraz solunda olduğunu ileri sürer. Partinin tabanının gelirleri bakımından çoğunlukla alt ve orta düzey seçmenden oluştuğunu belirten yazar, DP’nin bu ölçülerle batıdaki anlamıyla bir sol parti kalıbına uygun düşmediğini kaydeder (Sitembölükbaşı, 2001: 19). Sarıbay ise, döneminde halktan yana, dolayısıyla anti-elit tutumu ile DP’nin CHP’lilerce sol ideolojiye sahip bir hareket şeklinde tanımlandığını, oysa DP’nin ekonomide burjuvaziyi itici güç olarak gören pragmatist bir parti olarak olduğunu belirtir (Sarıbay, 2001: 54).

Margulies ve Yıldızoğlu’na göre, Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerinde elde ettiği başarının arkasında, kırsal alanda ve ülke genelinde var olan yoksulluk önemli bir faktördür. Ülke 2. Dünya Savaşı’na girmemesine rağmen savaş öncesinde ekonomik alanda çok ciddi sorunlar yaşamıştır. Kıtlıklar, hızlı fiyat artışları, gerçek ücret ve maaşların düşmesi ve nüfusun yoksullaşmasıyla nitelenen savaş yılları CHP’ye 1930’lardan beri zayıflamakta olan desteğini daha da azalttı ve seçimi kaybettirdi (Margulies ve Yıldızoğlu, 1998: 295). Mardin’e göre ise, CHP bürokratik merkezi, DP de demokrat çevreyi temsil etmiştir. Bürokrasinin gücüne ve prestijine indirilen darbeler, DP’nin gelişmiş bölgelerde hem eşraf hem köylüler tarafından sevilmesine neden olmuştur (Mardin, 2000: 98-99).

Özbudun da değişimi merkez-çevre açısından ele almaktadır. DP’nin ticari orta sınıflar, kentteki yoksullar ve kırsal nüfusun modern olan bölümü tarafından desteklendiğini; CHP’nin ise memurlar, bazı büyük toprak sahipleri ve halen ağaların etkisi altında olan daha geri durumdaki köylüler tarafından desteklendiğini söyledikten sonra, toplumsal bölünmenin niteliğinin toplumsal-ekonomik olmadığını, kültürel ve bölgesel olduğunu ileri sürmektedir (Özbudun, 1976: 52).

Tachau ise iki partinin farklılaşmasını, DP’nin desteğinin kırsal alandaki kitleler ve çevredeki diğer seçmenler; CHP’ninkinin ise devlete dayanan sivil ve askeri bürokrasinin geleneksel güç ve prestiji olduğunu söyleyerek açıklamıştır (Tachau, 2002: 39).

Abadan ve Yücekök’ün araştırmasına göre, 1961 ve 1965 seçimlerinde CHP, oylarını en çok üst sosyoekonomik gruptan, sonra orta ve alt gruplardan almıştır. AP’nin oy tabanı ise aynı seçimlerde CHP’nin tam tersiydi. DP her iki seçimde de en çok alt, daha sonra orta ve en az üst gruplardan oy almıştır. Türkiye’de ilk sol parti denilebilecek TİP’in ise, nüfusu yüz binin üzerindeki şehirlerden % 6, köy ve kasabalardan ise % 3 oy aldığı, partinin en çok oy aldığı yerlerin sanayileşmenin geliştiği ve ona paralel olarak işçi sınıfının doğduğu yerler olduğu tespit edilmiştir (Abadan ve Yücekök, 1966: 108-110).

Baykal, 1965 seçim sonuçlarını, AP, CHP ve TİP’in oyları açısından dokuz tarımsal bölgeden, biri gelişmiş diğeri az gelişmiş ikişer il üzerinden incelemiş, bu illeri ilçe ve köy kümelerine ayırmış, DPT’nin gelişmişlik verilerini de kullanarak bu illeri ileri, orta ve geri olarak üçe ayırmıştır. AP’nin oy oranlarının en yüksek olduğu yerler her üç yerleşim biriminde de ileri düzeyde olanlardır. CHP’nin oy oranlarının en yüksek olduğu yerler her üç yerleşim türünde de orta düzeyde olanlardır. TİP’in ise en yüksek oy oranları il merkezlerinde ileri olanlarda, ilçe merkezlerinde ve köylerde ise geri olanlarda çıkmıştır (Baykal, 1970: 70-71).

Etiketler: » » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.