logo

EKONOMİK FAKTÖRLER ve SİYASİ DAVRANIŞ-10

Dr.Öğr.Üyesi Bülent ÖZGÜL

Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Yalvaç Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi

(Geçen haftadan  devam)

 

4. Kriz Dönemlerinde Siyasi Davranış ve Siyasi Liderlik Beklentisinde Yaşanan Değişim

Genel ve olağan koşullarda, ekonomik faktörlerin siyasi davranış üzerinde doğrudan etkisini görmenin çok mümkün olmadığını belirterek, doğrudan ekonomik performanstan etkilenmesi koşullarının, genellikle ağır ekonomik koşulların yaşandığı dönemlerde oluşabileceğini vurgulamıştık. Hakikaten de ekonominin normal seyrinde ilerlediği durumlarda, siyasi tercihler, ekonomik faktörlerden ziyade diğer sosyokültürel faktörler daha çok etkilemektedir. Ancak, kriz diye tabir edilen ekonomik dalgalanma dönemlerinde siyasi davranış biçimleriyle ilgili önemli değişimler gerçekleşebilmektedir. Tarihte bunun çeşitli örnekleri görülmüştür. Yaşanan savaşlar, afetler, ağır ekonomik krizler toplumda siyasi tercihleri ve liderlik beklentilerini çeşitli şekillerde değiştirebilmektedir. Bu değişim bazen otoriter liderlik beklentilerini arttırırken, bazen de dönüşümcü, karizmatik ve demokratik liderlik beklentilerini arttırabilmektedir. Bu yaşanan krizin özellikleri ve dönemsel şartlara bağlı olarak değişmektedir.

Tarihe bakıldığında, ağır ekonomik kriz yaşayan ülkelerde temel tutumların ve siyasi tercihlerin keskin bir biçimde değişebildiğini gösteren örnekler mevcuttur. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından savaşı kaybeden Almanya, Rusya ve Türkiye’de savaşı takip eden yıllarda toplumsal ve siyasal açıdan büyük değişimler yaşanmıştır. Başka faktörlerin de etkisi olmakla beraber, halkın değişime onay vermesinin en önemli nedenlerinden biri yaşanan ağır ekonomik sorunlardır.

Rusya örneğine bakılacak olursa, ülke 1917 yılına ağır problemlerle girmişti. Uzayıp giden I. Dünya Savaşı’nın ülke ekonomisine verdiği zararlar, hayatın her bir alanında açıkça görülüyor, halkın Çarlığa karşı aldığı tavrı isyan kıvılcımına çevirmeye çalışan ihtilalci gruplar durmadan propaganda yürütüyorlardı. Ülkenin her tarafını grev dalgası bürümüştü. 1917 Şubat sonlarına doğru sokak çatışmalarının şiddetlenmesi ve ordunun bir kısmının isyancılar tarafında yer alması hükümet güçlerini zor durumda bırakmıştı. İşin ciddiyetini anlayan Çar Nikola, Petrograd’tan kaçmak zorunda kalmış, başkentin isyancılar eline geçmesiyle de devrim gerçekleşmişti. Ardından geçici bir hükümet kurulmuş ve başkanlığa Prens Lvov getirilmişti. Ama bu değişiklik bile işleri düzeltememişti. Zira ülke ekonomisi felç olmuş durumdaydı. Fabrikalar birbiri ardınca kapanıyor, ürün fiyatları artıyor, halk açlıkla pençeleşiyordu. Yalnız Mayıs ve Temmuz ayları arasında yaklaşık 439 fabrika kapanmıştı. Geçici hükümet ülkeyi ekonomik buhrandan kurtarmanın yollarını arıyor, fakat bulamıyordu (Sadıkov, 2010: 102).

Deniz ve Kızılkaya’ya göre, Bolşevik Devrimi’nin ana teması sosyal yapıdaki ekonomik adaletsizliktir. Rusya’da zenginler daha çok zenginleşirken, fakirler ise daha çok fakirleşmekteydi. Fakir halk kendi aralarında işçi ve köylü olmak üzere ikiye ayrılmışlardı. Sosyal hayattaki bu adaletsizliği ön plana alan Lenin ve taraftarları bu durumu devrim için uygun bir fırsat olarak görmüşlerdir. Bu nedenle, Lenin liderliğinde başlayan Rusya’daki devrim hareketine fakir halk, destek vermiştir. Rusya’da 1917 Şubat ayında başlayan devrim hareketinin lider konumunda olanlar, Türk-Müslüman toplumlar için de siyasi bağımsızlık ve kültürel konularda iyileştirici vaatlerle devrim taraftarlarını artırmışlardır (Deniz ve Kızılkaya, 2015: 338).

Eylül başlarından itibaren Rus halkı daha da ağırlaşan açlık ve sefalet içinde çırpınıyordu. Üretim neredeyse durma noktasına geldiği için büyük fabrika sahipleri işçileri sokağa atıyordu. 1917 yılının Mart-Kasım ayları arasında 800 fabrika kapanınca 170 bin işçi işsiz kalmıştı. Mayıs- Ağustos ayları arasında tüm emtia fiyatları iki katına çıkmış, ülke derin bir finansal krizin içine girmişti. Petrograd’ta, Moskova’da ve ülkenin diğer şehirlerinde ekmek kıtlığı başlamıştı. Ülke genelinde grevler de giderek şiddetleniyordu, Eylül sonlarına doğru Ural bölgesinde 100 bin demiryolcu greve gitti, birkaç gün içinde grevcilerin sayısı 300 bini geçti. Hükümetin uygulamalarına karşı çıkan fabrika işçileri de onlara katıldı. Grevlerde artık tek bir şiar seslendiriliyordu: “Bütün iktidar Sovyetlere!” (Sadıkov, 2010: 108). Rusya’da yaşanan devrimde ve dönüşümcü bir liderliğe onay verilmesinde, tabii ki başka sosyal, kültürel ve siyasi faktörlerin de rolü vardır. Ama ülkede rejimin değişimine giden bir siyasi tercih değişikliğine neden olan en önemli faktörün ağır ekonomik sıkıntılar olduğu görülmüştür. Yaşanan bu ağır ekonomik kriz de vatandaşların siyasi tutum ve tercihleriyle liderlik beklentilerini dönüşümcü yönde değiştirmiştir.

1.Dünya Savaşı’nın diğer mağlubu Osmanlı Devleti’nden yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin doğması ve tamamen otoriter padişahlık sisteminden Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde cumhuriyet ve demokrasiye geçişin halk nezdinde destek görmesinin ardında da, diğer faktörlerin yanında ve hatta önünde, ağır ekonomik sıkıntılar önemli rol oynamıştır. Uzun yıllar süren savaşlar ve teknolojik-ekonomik gerilik nedeniyle Anadolu halkı fakirlik içinde yaşıyordu. Cumhuriyet, Osmanlı’dan geri kalmış, yanmış ve yıkılmış bir tarım ekonomisi devraldı. Osmanlı ekonomisi ve maliyesi tamamen yabancı ülkelerin kontrolünde bulunuyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında, harp sanayi dışındaki sektörler daha da gerilemek zorunda kaldı. 1923’te milli denebilecek birkaç fabrika vardı. Bunun dışında sanayiden söz edilemezdi. Dış ticaret genelde, iç ticaret ise büyük kentlerde önemli ölçüde yabancıların elindeydi. Düyun-u Umumiye, cumhuriyete 86 milyon altın lira borç bırakmıştı. Nüfusun % 75’i tarımda çalışıyordu. Tarımsal teknoloji ilkel ve kapalı ekonomi nedeniyle tarımsal ürünleri pazarlama olanakları yoktu. 1923 yılında milli gelir içinde sanayinin payı % 13,2, imalat sanayiinin payı % 12,3 idi. 1923 yılında kişi başına milli gelir 75 TL, yani 45 dolar dolaylarında bulunuyordu. Yıllar süren savaşlar, ekonomik sıkıntıları daha da ağır hale getirmişti (Erkan, 2001: 30-31). Bu koşullar altında, halkın mevcut sistemin dönüşümüne onay vermesi daha kolay olmuş ve siyasi olarak dönüşümcü bir eğilim ve liderlik beklentisi toplumda kabul görmüştür.

Bu konuda bir diğer örnek de Almanya ve Hitler’dir. Bu örnekte de diğer faktörlerin çeşitli oranlarda etkisi tartışılmaz, ancak I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmanın ve 1929 ekonomik bunalımının olumsuz etkileri, Almanya’da faşist bir diktatörlüğe dönüşmesinde önemli faktör olmuşlardır. Alman ekonomisi gerek I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasının gerekse de büyük ekonomik bunalımın etkisiyle ciddi sıkıntılar içindeydi. Yaşanan hiper enflasyon, aşırı boyutlara varan işsizlik ve bunlara bağlı olarak sanayideki kapasite düşüklüğü sorunun boyutlarını büyütüyordu. 1929 bunalımının en fazla etkilediği ülkelerden biri Almanya olmuştur. Zaten ağır savaş borçlarını ödemekte olan ihracata dayalı alman ekonomisi çok ağır zararlar görmüş, işsizlik oldukça artmıştır. Halkın ilgisi ise her değişen hükümetle birlikte daha radikal yönelimlere kayıyordu. Almanya, savaş sonrasında bir türlü aşamadığı siyasi ve ekonomik bunalım nedeniyle daha da güç durumda kaldı. Böyle bir ortamda ortaya çıkan Naziler, yenilginin verdiği ezikliği üzerinden atamayan ve ekonomik durumu iyice bozulan Alman halkına iş, ekmek ve güçlü bir Almanya vaad ettiler. Hitler önce 1933’te koalisyon hükümetinin başbakanı, ardından da Nazi rejimine kadar giden sürecin liderliğini yürüttü (Con, 2008: 117-120).

Kışlalı’ya göre de Nazizm’in geliştiği Almanya, I. Dünya Savaşı’ndan yenik ve ulusal gururu kırılmış olarak çıkmıştı. İleri bir sanayi ülkesi olmasına karşılık, dış pazarlar ve hammadde kaynakları İngiltere ve Fransa’nın elindeydi. Tarım ve sanayide tekeller egemendi, bankalarda sanayi tekelleriyle iç içeydi. Tekelleşmeler ekonomik güçler arasında denge oluşumunu ve dolayısıyla demokrasiyi zorlaştırıyordu. 1929 ekonomik bunalımı iflasları ve işsizliği arttırmıştı. Orta sınıfların, özellikle küçük esnaf ve küçük çiftçi kesimi, sınıfsal temellerini yitirme korkusu içindeydi. Naziler işte bu ortamdan yararlanarak iktidar oldular (Kışlalı, 1987: 333).

(Devamı var)

Etiketler: » » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.