• İYİ Parti Yalvaç Mustafa Kodal
  • MHP Hüyüklü Belediye Başkan Adayı Kadir MİNNET

logo

Antik Mısır’da Din ve Devlet İşleri


Prof.Dr. Mehmet ÖZHANLI
mehmetozhanli@sdu.edu.tr

Mısır’ın Antik Dönem Uygarlığını bütün dünya, Musevilerin anlattıklarıyla öğrendi. Firavunların zalimliklerini, dinsizliklerini, kendilerini tanrı olarak kabul ettirmeye çalışmalarını, yoksul halkı kendileri için nasıl çalıştırıp sömürdüklerini öğrendikçe, herkes onlara lanetler yağdırdı ve sevmedikleri insanları “Firavun” olarak sıfatlandırdılar. Bu anlatılar gerçekten doğru muydu? Yoksa Musa’yı ve inancını yüceltmek için abarttıkları ya da uydurdukları hikâyeler miydi? Bunun anlaşılabilmesi için oluşturulan ön yargıyı bir kenara bırakıp, Mısır Uygarlığından günümüze kalan yazılı metinleri, arkeolojik verileri ve çağdaşı diğer uygarlıkların Onlar hakkında yazdıkların tarafsız öğrenmek lazım.

Tarihin babası Herodotos’un “Mısır, Nil’in bir armağanıdır” sözü Mezopotamya Uygarlıklarıyla boy ölçüşecek büyük bir uygarlığın oluşmasında, Fırat ve Dicle gibi Nil Nehrinin sağladığı olanakların çok büyük olduğu anlaşılmaktadır. Konumu, coğrafyası ve sahip olduğu doğal zenginlikleriyle Mısır’ın Firavunlar uygarlığı 2500 yıl yaşadı. Bundan dolayı konu çok uzun ve geniş burada sadece devlet teşkilatlanması ve oluşturulan dinin devlet içerisindeki yeri ve gücü ve de Firavun ile Rahiplerin güç mücadelesi bir örnek üzerinde özetlenecektir.

Mısır’da devlet teşkilatlanması yaklaşık MÖ 4. bin yıl içerisinde gerçekleşti. Hükümdara “büyük ev” anlamına gelen “Firavun” ismi verilmiştir. Firavunların yetkileri mutlak ve oldukça genişti: Yüksek görevlileri seçmek, vergi koyup kaldırmak, başka ülkelere asker göndermek vb. kısacası devletin üç önemli sacayağı olan yürütme, yasama ve yargı ile ilgili bütün yetki ondaydı. “Vezir” adı verilen başyardımcısının yönettiği geniş bir görevliler ekibi de onun adına bütün işleri organize ediyordu. Mısır Devletinin başlıca geçim kaynakları: Kendisine çalışan halkı vergilerle soyarak ve orduyu kullanarak yabancı halklardan elde ettikleri gelirlerdir. Bu dönemde Tapınaklar da çalışan ruhban sınıfı da hükümdarın iktidarını güçlendirmek için faal olarak çalışıyordu. MÖ 3. binin başlarında yazının keşfi saray soylularını ve ruhban sınıfını cahil bırakılan halka karşı daha da güçlendirdi. Önceleri Firavunun çıkarları için çalışan rahipler, ellerindeki gücün farkına varınca halkın dini duygularını sömürerek büyük bir güç elde ettiler. Yeni Krallık Dönemine (MÖ 1500) gelindiğinde Mısırın bütün gelirini saray soyluları ile ruhban sınıfı aralarında paylaşılıyorlardı. Özellikle ruhban sınıfı halkın ve fethedilen ülkelerin sırtında inanılmaz bir servet elde etmişti. Tapınağın elde ettiği bu güç öyle büyüktü ki halkın üzerindeki etkileri Firavundan fazlaydı. Firavun halkın sadece bu dünyasına hitap ederken din adamları sahip oldukları servetle bu dünyalarına, oluşturdukları soyut düşüncelerle de öbür dünyalarına kolaylık sağlıyorlardı. Özellikle Teb kentindeki Amon rahipleri Mısır’ın tek hükümranı gibi davranmaya başlamışlardı. Bu durum öyle bir hal aldı ki Firavun içerde ve dışarda oluşan tehlikelere karşı savaşa gönderecek asker bulamaz oldu. Halk, tamamen rahiplerin güdümünde hareket ediyordu. Rahipler, güçlerini ve köleci rejimi sağlamlaştırmak için öbür dünya ile ilgili halkı korkutan çok sayıda soyut düşünceler uydurmuş ve bunlara uygun mitoslar yazmışlardı. Bu düşüncelerini, müritlerin aracılığıyla tanrıların emir ve yasakları gibi halka öğreten büyük bir iletişim ağı oluşturmuşlardı. Devletin bütün kurumları ve karar mercileri rahip sınıfının ve onlara sırtını dayamış olan soyluların eline geçmişti. Başa geçen çok sayıda Firavun bu durumun farkında olmasına karşın hiçbir şey yapmadı/yapamadı. Bu durumdan pekte hoşnut olmayan halkta fırsat buldukça rahip sınıfına karşı tavır koymaya başladı. Halkın bu durumunun farkında olan Firavun IV. Amenofis (MÖ 1424 – 1388) başa geçtiğinde iktidarını pekiştirmek için halktan yana tavır alarak Amon rahiplerine karşı bir mücadeleye girişti. Çünkü Firavun, devlet yönetiminin başta olduğu gibi hem siyasal ve hem de dinsel yönden bir bütün olarak kendi elinde olmasını istiyordu. Mısır ordusunun en büyük gücünü, özgür fakat fakir yurttaşlardan meydana getirilen piyade birliği oluşturmaktaydı. Halktan gelen bu askerler, kendilerini sömüren rahiplere ve soylular karşı Firavunun kışkırtmasıyla ayaklandılar. Fakir halk, tapınakların ve soyluların mallarına el koyarak geleceklerini kurtarmayı hayal ediyorlardı. Rahiplere karşı halkı arkasına alan Firavun, dinde bir reform yapmadan amacına ulaşamayacağının farkındaydı. Bundan dolayı mevcut din yapısından radikal bir reform hareketine girişti. Amon ve diğer tanrılara ait tapınakları kapattı mallarına el koydu ve güneşi temsil eden “Aton’u” Mısırın tek ve hak tanrısı olarak ilan etti. Kendisi de bütün dünyayı aydınlatan, ısıtan ve ışığıyla her şeye hâkim olan “Aton’a” yararlı ve onun hoşuna giden anlamına gelen “Akhenaton” adını aldı. Amon kültünün merkezi olan Teb kentini terk etti ve Tell Amarna’ya yakın bir yerde “Aton’un ufku” anlamına gelen “Akhetaton” isminde yeni bir başkent kurdu ve orada büyük bir Aton Tapınağı inşa ettirdi ve kendisini de başrahip ilan etti. Böylece dinin ve devletin gücünü ele geçirmiş oldu. Firavun, paralı askerlerden oluşan özel bir ordu kurdu ve toprakların bir bölümünü vererek zenginleştirdiği yeni soyluları da yanına alarak Mısır’ın her kentinde Aton Tapınakları inşa ettirmeye başladı. Amon rahiplerinden kurtulmayı tasarlayan halk, bu sefer Aton Kültü için Firavunun ve sarayın korkunç giderleri ile boşalan hazineyi doldurmak için yeni bir baskı ve daha ağır vergilerle karşılaştı. Bu durumdan halkın hoşnut olmadığını fark eden servetleri ve iktidar güçleri ellerinden gitmiş olan Amon Rahipleri Firavunla büyük bir mücadeleye giriştiler. Rahipler, yaşanan felaketlerin ve yokluğun dinden çıkmış olan Firavun ve onun yeni getirdiği batıl dinden kaynaklandığını halkın arasına yaymaya başladılar. Firavun özel ordusuyla çıkan kargaşalıkları kanlı bir biçimde bastırdı, ancak bu sefer halkı arkasına alan rahiplere karşı başarılı olamadı. Firavun öldürüldü ve onun yerine geçen Tutankaton, Amon rahipleriyle anlaşmak zorunda kalarak adını Tutank Amon olarak değiştirdi. Gücü tekrar ele geçiren Amon Rahipleri bütün Aton tapınaklarını yağmalayarak yıktılar ve Teb kentini yeniden başkent yaparak daha büyük Amon tapınakları inşa ettiler.

Mısır’da başlangıçta devletin bütün gücünü elinde tutan Firavunun mutlak otoritesini pekiştirip halka karşı daha büyük bir güç elde edebilmek için oluşturduğu ruhban sınıfı zamanla dini kullanarak Firavunun gücünü de ele geçirerek köleci büyük bir sömürü sistemi kurdular. Cennet vaat edip cehennem ile korkutan ve halkta topladıkları paralarla yine onlara yardım eden rahipler, yeryüzü tanrıları gibi bir yaşam sürüyorlardı. Halk ise Firavun ve Rahipler arasındaki bu güç ve çıkar mücadelesi içeresinde köleci rejimin en çok ezilenleri olarak hiçbir şeyin farkında olmadan halinden memnun, bir rahiplere bir Firavuna şükrederek sömürülmeye devam ediyordu.

Günümüze baktığımızda MÖ 3 bin de yaşanan bu olayların durmadan tekrar ettiği görülmektedir. Tam olarak 5 bin yıl geçmiş olmasına ve insanlar beş bin yıl daha bilgilenip tecrübelenmesine karşın değişen hiçbir şeyin olmaması çok ilginç değil mi? Din adamlarının iktidarları paravana olarak kullanarak oluşturduğu sömürü düzenine 1789 yılında Fransız İhtilali ile son verilip “laiklik” (din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması) getirilmiş olmasına karşın bu durum uzun sürmedi. Laiklik her yerde kâğıt üzerinde kaldı. Dünya üzerinde on binlerce tarikat halkı sömürmeye; iktidarların ve onların gücünü pekiştiren din adamlarının saltanatı devam etmektedir.

Din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılmadığı; din adamlarının ön plana çıkarıldığı, tekke, zaviye ve dini cemaatlerin halkın dini duygularını sömürmesine göz yumulduğu, hükümetlerin siyasal güçlerini pekiştirmek için bu dini cemaatlerle kirli ilişkiler içinde olduğu devletler, çürümeye ve yıkılmaya mahkûmdurlar.

Etiketler: »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • Öğretmen ve Üniversite

    10 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Sümerli eğitmen ve şair Ludingirra, günümüzden 4000 yıl önce “Mademki biliyorsun, niye öğretmiyorsun”  diyerek bilginin ve öğretmenin önemini çağlar ötesinden seslendirmiş. “Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir olur mu” ilahi tebliğinde bilgilenmenin, öğrenmenin ve Hz. Ali’nin “Bana Bir Harf Öğretenin 40 Yıl Kölesi Olurum” sözlerinde öğretmenin önemi en güzel şekilde ifade edilmiş. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal savaşında düşmanla olduğu gibi; Cumhuriyetle birlikte “Ülkemizi dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkartmak”, ...
  • Ramazan Amca’nın Duâsı

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    “Sen kendüye ne sanursan ayruğa da anı san. “      Hacı Bektaş Velî 19 yıl önce... Geçirdiğim kalp rahatsızlığı nedeniyle üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde yatıyorum. Oda arkadaşım Ramazan Amca, 80-85 yaşlarında bir Alzheimer hastası... Refakatçisi olan yakınlarından öğrendiğimiz kadarıyla geçmişte çiftçilik yapan bu amcamız  boylu poslu;  ileri derecede görme rahatsızlığı olduğu için kalın camları olan gözlük takan, konuşmayı seven birisi.  Bizi tanımak istiyor; kendimizi tanıtıyoruz, on dakika sonra aynı şeyleri yine soruyor ve...
  • ADA DOĞURAN GÖL

    07 Aralık 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Bugün dünyamız ve ülkemiz için en büyük tehlike  kuraklık, kıtlık ve  açlıktır. Bunun için dünyayı istedikleri kalıplara sokan, dünyaya şekil veren kapitalizm düzeninin küresel şirketleri dünya nüfusunun azaltılması gerektiğini savunmaktadırlar. Hatta bu maksatla; laboratuvar kökenli salgın hastalıklar, KULLANDIRTTIKLARI ilaçlar, aşılar, gübreler, böcek ilaçları=zehirler, soğuk, sıcak dünya ve uzay savaşları ile havada, suda, karada, hatta uzayda ekosistem tahriplerini devreye sokmaktadırlar. Elbette ülkemiz de bu olumsuzluklardan fazlasıyla...
  • Prof.Dr. Zafer Karaer yazdı: “İYİLİK GÜNÜ MÜ?..”

    16 Kasım 2023 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    Geçmişi 1996 yılına kadar giden, ancak son birkaç yıldır gündemde yer bulan, gerçi yeterince bulduğu tartışılan, 13 Kasım “Dünya İyilik Günü”; benim için oldukça önemli. Çünkü dünyada yerleşik düzene geçildiği 12 bin yıllık insanlık tarihinde,  gerek savaşlar, gerek kötülükler sayesinde, her geçen gün iyilik kelimesi hızla değer kaybetmekte, hatta anlamını kavrayamayan büyük çoğunluk ellerinden gelse; iyilik kelimesini sözlüklerden, tedavülden, ortadan kaldıracaklar. Tabii ki; ülkemizde de aynı tutum ve davranışlar neticesinde özellikle 1...